Anasayfa
13 Mart 2022, 14:00
missa91
Abone

İslam ahlakında sabır, şükür, tevekkül, tövbe ve sorumluluğun önemi

İslam ahlakında sabır, şükür, tevekkül, tövbe ve sorumluluğun önemi

Kayıtsız Üye
7 . sınıf din kültürü ve ahlak bilgisi


Cevap: islam ahlakında sabır , şükür, tevekkül, tövbe ve sorumluluğun önemi

Ebu Ducane
(a) Sabır

Sabır konusundan söz açılınca Hz. Eyyup
peygamber gelir akla. Çünkü her türlü kötülük ve
olumsuzluklara karşı dayanma gücünün sembolü olmuş,
dolayısı ile de bizlere örnek.
Allah Teâlâ, biz kullarını öğretip eğitmek üzere
toplumda hakça düzen içerisinde kurallara uyumlu
yaşayabilmemiz için ilâhi emirler yanında peygamberlerin

örnek davranışlarıyla yol gösterici olmaktadır. Nitekim
Kuran-ı Kerimde: Hamt olsun ki, biz sizi biraz korku,
biraz açlık ve biraz da maldan, candan ve ürünlerden
noksanlık vererek deneriz; sabredenleri müjdele!
buyrulur (Bakara Sur/155). Demek ki, bu emri İlâhiye göre
başa gelecek her türlü musibetlerde kulun görevi sabretmek
olacaktır. Fakat nasıl bir sabır; nereye kadar sabır gösterilir?
gibi soruların cevabı bizzat peygamberler üzerinde
denenerek bizlere örnek gösterilmiştir. Bu konuda Hz.
Eyyup Peygamberin başına gelen olumsuz olaylar
karşısında gösterdiği dayanma gücü, yani sabrı herkese
örnek teşkil eder. Hatta Kuran-ı Kerimde Yüce Rabbim:

Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne
iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi! (Sad Sur/44)

buyurarak onu övmüştür.
Hayat bir imtihan olduğuna göre Hz. Eyyup
Peygamberin sabretmeyi nasıl anlayıp uyguladığını ve
sınavını nasıl başardığını görelim: Önce mukaddes kitap
Tevrat’ın Eyyup bölümüne göz atalım: Uts diyarında bir
adam vardı, adı Eyyup idi; ve bu adam kâmil ve doğru idi.
Allah’tan korkar ve kötülükten çekinirdi. Ve kendisine yedi
oğul ile üç kız doğdu. Ve mal olarak onun 7000 koyunu ve
3000 devesi ve 500 çift öküzü ve 500 dişi eşeği ve pek çok
kölesi vardı. Ve bütün şark oğullarından bu adam en

büyüktü (Bap:1, ayet:1,2,3).

Ve Rab şeytana dedi: Nereden geliyorsun? Ve
şeytan Rabbe cevap verdi: Dünyada dolaşmaktan ve
orada gezinmekten. Ve Rab şeytana dedi: Kulum Eyyub’a
iyice baktın mı? Çünkü dünyada onun gibisi yok; kâmil ve
doğru adam; Allah’tan korkar ve kötülükten çekinir. Ve
şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyyup Allah’tan boşuna
mı korkuyor? Onun etrafına, evinin etrafına, ve nesi varsa
hepsinin etrafına sen çepçevre çit çevirmedin mi?
Ellerinin işini sen bereketlendirdin ve onun malı
memlekette çoğaldı. Şimdi elini uzat da nesi varsa hepsine
dokun ve yüzüne karşı sana lânet edecektir. (Bap:1,
ayet:7-11).

Okudunuz mu?  Kocam sinirliyken beni boşadı

Bundan sonraki bölümde Tevrat’ın bildirdiklerini
özetleyelim: Ve günlerden bir gün, oğullar ve kızlar büyük
kardeşin evinde toplanıp yemek yerken çölden bir şiddetli
rüzgâr gelip çatıyı başlarına yıktı ve öldüler. Şebali kavmi
baskın yapıp işçileri kılıçtan geçirip öküzleri ve eşekleri ise
alıp götürdüler. Gökten Allah’ın ateşi düşüp koyunları yaktı.
Kıldanlılar otlaktaki develerin üzerine saldırıp alıp
götürdüler. Bu üzücü haberler Hz. Eyyub’a ulaşınca,
yerinden kalkıp kaftanını çıkardı, saçlarını kesti ve yere
eğilip secde yaptı. Ve şöyle dedi: Anam karnından çıplak
çıktım ve oraya çıplak döneceğim. Rab verdi ve Rab aldı.

Bu işin hepsinde Eyyup suç işlemedi ve Allah’a
uygunsuzluk yüklemedi (Bap:1, Ayet: 13-22)
Rivayete göre Hz. Eyyup Peygamberin bu defa
vücudunu çıban ve yara sarar. Ne yapılırsa şifa bulamaz.
Eski tanıdıklar Onu terk ederler. Uzun süre evine kapalı
kalır. Bedeninde yaralar açılır ve kurtlar girip çıkar, yanına
kimse giremez olur; Hz. Eyyup yine sabreder. Zenginliği
yok olur; O, sadece şükreder. Eşi Rahmet’in el emeğine ve
hizmetine muhtaç kalır; buna da sabreder. Bir gün eşinin
ısrarı üzerine Allah’a dua edip halini arz eder. Allah Teâlâ
duasını kabul edip üzerindeki hastalıktan kurtulur. Beden
eski haline döner. Yaşamı süresince eski mal- mülk
zenginliğine tekrar kavuşur. Böylece dünya ve ahiret saadeti
ile mutlu yaşar (1).
Hataya düşmemek için öncelikle bir konuyu
açıklamak gerekir: İlk insanın yaratılışında Allah’ın Hz.
Âdem’e secde yap emrine uymayan şeytan huzurdan
kovulmuş, Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva ile beraber
Cennetten çıkarılıp dünyaya indirilmiştir. Ahirete kadar
dünyada yaşamını sürdürecektir. Ancak kendisine, dünyaya
bitişik gök tabakasına kadar çıkabilme izni verilmiştir.
Kuran’da: Ant olsun ki, Biz dünyaya yakın göğü
kandillerle donattık. Onları şeytanlar için atış taneleri
yaptık. Onlara ateşli bir azap vardır (Mülk Sur/5)

buyrularak, böylece şeytanların daha yükseklere çıkışının
önlendiği ifade edilmektedir. Dolayısı ile Tevrat’taki
ifadede şeytanın Allah’ın huzuruna çıkıp O’nunla sohbet
üslubu ile konuşması, abartılmış gerçek dışı haberlerdir.
İslâm inancı ile bağdaşmayan bilgilerdir.
İşte Hz. Eyyub Peygamberin sabır konusuna bakış
açısı ve uygulaması böyle. Kader inancı ile sabır
uygulamasını benliğinde birleştirmiş. Mal- mülk, sağlık ve
diğer her türlü geçim olanaklarını verenin Allah olduğuna
kesinkes inanmış. Bu aşamada insanın görevi, sadece aracı
olmak, istemek ve girişimde bulunmaktan ibarettir. Takdir
edip veren ise Tanrıdan başkası değil. Yine insanın başına
gelip yaşamını olumsuz yönde etkileyen musibetleri de
yaratıp veren yine Allah. Burada insanın görevi ise, önce
tedbir ve çare aramak, sonra tevekküle sarılıp sabretmek
olacaktır. Yalnız Allah’a güvenip dayanan kişiler, yani
gerçek müminler, başlarına bir kötülük- musibet geldiği
zaman Allah’tan olduğuna inanıp sabrederler; bir iyilik,
rahatlık geldiğinde de, yine Allah’tan olduğunu düşünüp
şükrederler. Sabır ve şükür bu yönü itibariyle Yaratan’ına
karşı bir ibadet ve kulluk görevi olur. Bu konuda bizlere
hayat dersi verip en güzel davranışa yönlendiren Hz.
Peygamberimizin konuya ilişkin değerlendirmesine
değinelim: Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki:

Okudunuz mu?  Bebeğimi emziğe nasıl alıştırırırm?

Müminin işine hayret ederim: Çünkü onun her işi
hayırdır. Bu hâl müminden başka hiçbir kimse için böyle
değildir. Şayet ona sevinç verici bir şey isabet ederse
şükreder. Bu da kendi lehine hayır olur. Eğer ona zarar ve
ziyan verecek bir hâl isabet ederse sabreder. Bu da onun
lehine bir hayır olur. (Müslim, Züht:64). Hem sevap
kazanmak ve hem de stresten öte mutlu bir yaşam isteyen
herkes bu hadisi kendisine rehber olarak kabul edip
yaşamına uygulamalıdır. Şimdi gerçekçi olarak düşünelim;
başa gelen bir musibetten dolayı üzülüp strese girme ne
derece doğru olabilir ve sorunu çözebilir mi? O stres ki,
kişinin fiziksel fonksiyonlarını yıpratıp erken yaşlanmasına
yol açan bir rahatsızlık olduğu halde. Sonra üzülmek
neticeyi değiştirebilir mi? Hayır !…Öyleyse Allah’ın
takdiri böyle ! Zorlu bir imtihan geçiriyorum diye düşünüp
sabrederse hem sağlığını, korumuş, hem de sevap kazanmış
olarak Allah’ı yanında bulmuş olur. Nitekim Yüce Rabbim
buyuruyor: Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan
yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle
beraberdir. (Bakara Sur/153). İşte sabrın, ibadet olduğunu
belirleyen ve bizleri mutlu sona götürecek Allah’ın rehber
ayeti. Hz. Eyyup Peygamber sabır konusunda tarihi bir
örnektir. Cenab-ı Hak, başa gelen musibet ve kötülüklerin
nasıl sabırla aşılacağını, Onun üzerinde uygulayarak

Okudunuz mu?  Bedene Zarar Vermek Büyük Günahlardan mı?

sonucunu bizlere göstermiştir. Böylece bir canlı örnekten
sonra hele biz Müslümanlara düşen görev;
-Allah’ın emirlerini iyi anlayıp kendi hayatımıza
titizlikle uygulamak,
-Sabır sevabını kazanabilmek için çekilen sıkıntı,
mal- mülk zarar ziyanını insanlara anlatıp dert yanmamak.
Şöyle düşünmelidir: Başıma gelen felâketi kim verdi?
Allah!… Öyleyse kimi, kime şikâyet ediyorum! Allah’ın
takdirini kulları değiştirebilir mi? Hayır, değiştiremez! O
halde, insanlar üzerimdeki musibeti gideremeyeceklerine
göre hiç olmazsa dert yanıp sevabını kaybetmeyim ,

demelidir.
-Sabır sevabını kazandıracak davranışa dikkat
edilmeli. Çünkü makbul olan sabır, musibetin ilk anında
gösterilen tepki halidir. Olayı sükûnetle karşılarsa sevap
kazanır; tepkisi kırıcı olursa günaha girer. Nitekim Hz.
Peygamber (s )’den nakledilen hadis şöyledir:

Enes (R.Anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (s),kabrin
başında ağlayan bir kadının yanından geçti.
-Allah’tan kork ve sabret, dedi. Kadın,
-Geç git; zira benim başıma gelen musibet senin
başına gelmemiştir, dedi. Peygamberi tanımamıştı. Onun
Peygamber olduğunu kadına söylediler; bunun üzerine
kadın, Peygamberin kapısına geldi, kapıda kapıcıların

bulunmadığını gördü ve:
-Ben seni tanıyamadım, diye özür diledi.
Peygamber Efendimiz de:
-Asıl sabır,musibetin ilk anında olanıdır,
buyurdu. (Riyazus-salihin,Cilt:1,Sf: 64)

Bu bağlamda sabırla beceriksizliği birbirinden
ayırmamız gerekir. Kişinin başına bir kötülük, felâket
geldiğinde, öncelikle aklını kullanıp soruna çare aramalıdır.
Eğer, imkânlarını kullanıp yine de çare bulamazsa o zaman
Allah beni deniyor, imtihan ediyor diyerek sabırlı olmaya
gayret gösterecektir. Yoksa toplumda nüfuzlu ve güçlü
kişinin kendisine yaptığı hakaret, saldırı ve aşağılamasına
katlanması kesinlikle sabır olamaz. Bu ancak beceriksizlik
olur Bu durumda kalan mazlum hakkını yasal yollardan
araması gerekir.


(b) Şükür (Hamt) etmek

Şükür, Allah’ın verdiği her türlü nimetine (mal –
mülk, geçimlik nesneler, sağlık, kabiliyet, eş ve çocuklar
gibi) karşı duyulan hoşnutluluğu, Allah’a arz edip O’na
şükran borcunu ödemektir. İnanmış kişilerin doğru yola
iletilmesinde kendilerine rehber olan Kuran-ı Kerimin
Fatiha suresinin 2. ayeti, Allah’a hamt ile başlar ve Allah’ın
nitelikleri belirtilir. Şöyle ki, Hesap gününün sahibi,
dünyada bütün insanlara, ahirette ise, müminlere rahmet

edici olan, âlemlerin Rabbine hamt olsun! denilerek, hamt
etmenin ancak Allah’a karşı yapılacağı belirtilir.
Yüce Rabbim biz kullarını, sağlık, beceri, ilim sahibi
olma, zenginlik, eş ve çocuk sahibi olma, meslek edinme
gibi olanaklarla dener. Yani imtihan eder. Bu olanaklara
sahip kişi bunları kendi gayret ve becerisi sonucu elde
ettiğini düşünerek başkalarına karşı büyüklük duygusuna
kapılırsa sınavı kaybeder. Peki, ne yapması gerekir?
Bu sevindirici imkânları kendisine lütfedenin Allah
olduğunu düşünerek O’na şükretmelidir. Allah’ın her
hükmünde ibret alınacak bir hikmet vardır. Bilinçli olan kişi
bu perspektiften bakıp neticeye ulaşmaya çalışır. Örneğin,
Allah bir kişiyi zenginlikle ödüllendirmiş ise, buna karşılık
sorumluluk da yüklemiştir. Ne gibi sorumluluk? İmtihan
sorumluluğu! Soruların cevabı nerede? Kuran ve Hz.
Peygamberimizin (s) sünnetinde. Evet, böyle bir lütfe
mazhar olan mümin kişi, öncelikle mülkün esas sahibine
şükredecek, sonra zenginliğin zekâtını fakirlere dağıtacak,
kurban kesecek, sağlığı izin verirse hac ve umre görevlerini
yapacak, ayrıca dilenen veya iffetinden dolayı dilenemeyen
muhtaçlara geçimlik yardımında bulunacak, öldükten sonra
kendisine sevap kazandıracak sadaka-i cariye denen hayır
kurumlarına hizmet ve bağış yapacak.. Böylece bu ve buna
benzer hayır işlerinde parasını harcamış ise Kuran’da

Okudunuz mu?  Meleklere iman insana neler kazandırır maddeler halinde yazınız

nitelikleri sayılıp övülen o mutlu muttakiler ( gerçek
müminler) safında yer almış olacaktır. Cimrilik eder,
kazancından kimseye koklatmazsa, o zaman ahirette
cezasını çok ağır ödeyecektir Demek ki, bilinçli Müslüman,
kendisine lütfedilen maddi ve manevi olanaklardan dolayı,
bunları kendisine karşılıksız veren Rabbine şükredecek.
Şükretmek, hem ibadet yerine geçip sevap kazandırır ve
hem de imtihanını başarmasına yardımcı olur. Şükür, yalnız
mal – mülk, eş ve çocuklar veya menfaati gerektiren
herhangi bir olanak karşılığında değil, yaşamın her anı ve
aşamasında yapılmalıdır. Neden mi? Çünkü Allah Teâlâ ne
buyuruyor: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
(ibadet) yapsınlar diye yarattım. (Zarıyat Sur/56).

Yaratılış amacının ibadet olduğuna ve hamd etmenin de
ibadet sayıldığına göre her Müslüman, Allah’ın emri olduğu
için hamt etmelidir. Örneğin, sabah uyanıp hayatta
olduğunu görünce şükredecek, kahvaltısını bitirince yine
şükredecek, işbaşı yapınca lütfedilen bu imkândan dolayı
şükredecek, işyeri arkadaşlarının hal- hatır sorularına
şükrederek cevap verecek, bir kaza sonucu zarar görüncedaha
kötüsü olabilirdi düşüncesiyle- yine şükredecek, akşam
evine dönünce kavgasız gürültüsüz bir gün geçirdiği için
hamt edecek. Yani kişi yeter ki, Allah’ın emrine uysun;
hamt edecek fırsatları devamlı önünde hazır bulacaktır.

Okudunuz mu?  Cemaatle namazda tahiyyat sesli okunabilir mi?

Peki, bir kişi sahip olduğu olanaklar için
şükretmezse ne olur? İbadet yapmış olma sevabını
(ödülünü) alamaz. Dahası, kendisinde kibir denen hastalık
belirir ve devamlı günah kazandırır. Başka bir deyişle ahiret
hayatını karartır.


enenisa
07.07.2010, 01:13

(c) Tövbe Etmek

Yaratılış gereği olarak hiç kusur işlememek
meleklerin özelliği, hiç iyilik yapmamak da şeytanların
görevidir. Kötülük işledikten sonra pişman olup iyiliğe
yönelmek de insanlara özgü özelliktir. Demek ki, insanda
davranış biçimi yönünden iki ayrı haslet bulunur: Biri
kötülük işleyebilme dürtüsü, diğeri iyilik yapabilme
melekesi. Diğer bir ifadeyle insan, melek ile şeytan arasında
üçüncü özel bir varlık, olmuş olur.
Bu özel yaratılış gereği olarak insan, bilerek veya
bilmeyerek kötü davranışta bulunabilir. Diğer bir ifadeyle
günah işleyebilir. Hiç günah işlememek pek kolay olmayan
ve irade gücünü zorlayan; ancak eğitimle ulaşılabilen üstün
bir meziyettir. Yani peygamberler ve gerçek Müminlere
özgü yaşam biçimidir. İnsan yaşam süresince öyle olaylarla
karşılaşır ki, istemeyerek de olsa günah işleyebilir. Çünkü
bu özellik insan oğlunun mayasında mevcuttur. Peki, biz
böyle devamlı günah işlersek ahirette hesabını nasıl verecek,

cezadan nasıl kurtulacağız gibi akla gelen soruya nasıl
cevap vereceğiz? Yaratan Allah, bunun alternatifini de
yaratıp bizleri uygulamaya çağırmıştır. O’nun emrine
uyarsak ahirette sınavı kolayca verip cezadan kendimizi
kurtarırız. Nasıl mı? Her günah işledikten sonra pişman olup
Allah’a tövbe etmek suretiyle… Nitekim Hz.
Peygamberimiz bir hadisinde: Eğer sizler günah
işlemeseydiniz, yemin ederim ki, Allah, yerinize günah
işleyen, sonra da tövbe edip bağış dileyen ve bağışlanan
bir kavim getirirdi. buyurmuştur (Müslim, Tövbe:11).

Tövbe nedir ve nasıl yapılır? Tövbe kişinin, dinin
günah sayıp çirkin gördüğü bir davranışı yapınca, akabinde
pişman olup af dilemek üzere Allah’a yakarışta bulunması
ve bir daha böyle günah sayılan işleri yapmayacağına dair
iradesinde beliren arzuyu ortaya koymasıdır. Burada iki
özellik ön plana çıkar: Birisi, pişmanlık duygusu Kişi, bir
anlık gaflet sonucu iyice düşünmeden şeytanın isteğine
kapılıp kötülük işler. Hemen yaptığı hareketin doğru
olmadığını, günaha girdiğini hatırlayıp pişman olur;
kalbinde sıkıntı ve üzüntü belirir. Diğeri, hemen Yaratan’ına
sığınıp Allah’ım! Bir hata ettim, pişman oldum, beni af et
diye dua etmesidir.
İnsanın, kendi acizliğini kabul edip Allah’a sığınarak
O’na dua etmesi nedir? İbadet!… İşte bu nedenle diyoruz ki,

Okudunuz mu?  Evliyken eşini aldatan, zina yapan kocanın nikahı geçerlimidir?

tövbe etmek; namaz, oruç, zekât, hac gibi bir ibadettir.
Usulüne uygun yapıldığında Müslüman’a sevap kazandırır.
Sonra tövbe yapmak, Müslüman’ın içinden gelen bir duygu
ötesinde Allah’ın biz kullarına emridir. Bu nedenle tövbe,
Allah’ın emri olduğu için yapılır. Nitekim Yüce Rabb’im:
Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra tövbe edip O’na
yönelin. Kuşkusuz Rabbin çok merhametli ve çok
sevendir. (Hud Sur/90)Şunu iyi bilin ki, Allah hem çok
tövbe edenleri sever, hem de çok temizlenenleri sever.
(Bakara Sur/222) Ey müminler! Nasuh tövbe ile Allah’a
tövbe edin. (Tahrim Sur/8) buyurmuştur. Nasuh, içtenlik
anlamında kullanılmıştır. Yani yapılacak tövbe içten gelen
yalvarma duygusu içerisinde olacak; işlenen günaha
pişmanlık duyulacak ve aynı hatayı tekrar yapmama
konusunda iradesini güçlendirecek kararlıkta olacaktır.
Yoksa dilinin söylediğini kalbi tasdik etmiyorsa, bu yapılan
tövbe değil, kişinin kendi kendini aldatması olur. Nasuh
tövbeye, Hz. Peygamber döneminde cereyan eden tarihi
bir olayı örnek verelim:
Medine’nin dış bölgesinde yerleşik Beni Kurayza
adındaki Yahudi kolonisi, barış içerisinde yaşamak isteğiyle
Hz. Peygamberle bir anlaşma yapmışlardı. Ancak, Hendek
Savaşı esnasında Kureyş ordusuna yardım yapmaları
anlaşmanın bozulmasına neden oldu. Savaş sonrası, henüz

cenk elbiselerini üzerlerinden çıkarmadan Cebrail gelip
Allah’ın emrini Hz. Peygambere duyurdu. İslâm ordusu
bu defa Beni Kurayza topraklarına yönelip kalelerini kuşattı.
Yahudiler işin vahametini anlayıp bir arabulucu olarak
kendi müttefiki bulunan Evs kabilesinden Ebu Lübabe ile
görüşmek istedikleri haberini gönderdiler. Hz. Peygamber
teklifi uygun karşıladı ve Ebu Lübabe’yi kendilerine
gönderdi. Ebu Lübabe oraya vardığında, ağlaşan kadın ve
çocuklarla karşılaştı. Bu manzara onun hain düşmana karşı
olan kinini yumuşattı. Adamlar, Muhammed’e teslim olup
olmama konusunda düşüncesini sorunca o, Evet dedi ve
elini boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü ima etti.
Bu davranış onun görevine aykırı idi. Hem teslim olmayıp
kuşatmayı uzatabilirlerdi, hem de Allah ve Resulü’ne ait
kararı kendisi vermiş olması idi. Anında hata işlediğinin
farkına vardı, fakat iş işten geçmişti. Suçluluk duygusu
içinde yanlarından ayrılırken gözlerinden akan yaşlar
sakalını dahi ıslatmıştı. Kendisini bekleyen Evs’lilerle
karşılaşmamak için kalenin arka kapısından çıkıp
Medine’ye doğru hızlıca yürüdü. Doğruca Mescide gitti;
kendisini Mescidin direklerinden birine bağlattı ve şöyle
dedi: Allah yaptığım şeyi affedinceye kadar burada bağlı
kalacağım .Peygamber onun gelip haber getirmesini
bekliyordu. Neler olduğunu duyunca şöyle dedi: Eğer bana

Okudunuz mu?  Vaaz duası turkçe arapça

gelseydi, bağışlanması için Allah’a dua ederdim.
Ebu Lübabe 15 gün kadar direğe bağlı kaldı. Namaz
vakti ve diğer ihtiyaçları gidermek üzere kızı gelip bağını
çözüyor ve ihtiyaç sonrası tekrar bağlıyordu. Daha sonra bir
sabah Peygamberimiz, Ebu Lübabe’nin affedildiği
müjdesini verdi. Muhterem eşi Ummi Seleme, Mescide
açılan kapının önünde durdu ve: Ey Ebu Lübabe, müjdeler
olsun, Allah sana merhamet etti! diye bağırdı. O esnada
Mescitte bulunanlar Ebu Lübabe’nin bağını çözmek
istediler. Fakat Ebu Lübabe’e , Hz. Peygamber gelip bağı
çözmedikçe kimseye açtırmam, dedi. Daha sonra bağı Hz.
Peygamber tarafından çözüldü. Ebu Lübabe ,bir anlık
gaflet sonucu farkında olmadan yaptığı davranışa büyük bir
pişmanlık duymuş , bununla da yetinmeyerek kendisini
direğe bağlatarak cezalandırmıştı.Allah tarafından
affedildiğini öğrendikten sonra, yine de yaptığının kefareti
olarak mal varlığının üçte birini sadaka olarak dağıttı.(30)
Usulüne uygun tövbe nasıl yapılmalıdır? Tövbenin
makbul olabilmesi için nasıl bir girişimde bulunulmalıdır:
-Önce muhtaçlara maddi bir sadaka verilmeli,
-Sonra aptes almalı ve tövbeye Hz. Peygamberimize
(s) salâvat okuyarak başlamalı,
-Mübarek zamanlarda (Ramazan ayında, kandil
gecelerinde,

-Cuma gününde, her gün seher vaktinde, vakit
namazlarının arkasında) yapılmalı,
-Kutsal mekânlarda (Kâbe, Medine’deki Mescid-i
Nebevi, Mescid-i Aksa ve diğer camilerde) yapılmalı.
Ancak tövbe yapmak için mübarek zaman ve mekânları
beklemek doğru bir hareket tarzı olmayacaktır. Pişmanlık
duygusu zamanla kaybolabilir. Bu nedenle kötülük
işlendikten hemen sonra, hata anlaşıldığında tez elden tövbe
yapılıp bağışlanmasını Allah’tan isteyecektir. Yine bu
konuda Hz. Peygamberimizin (s): Kötülüğün arkasından
hemen iyilik yap ki, onu gidersin. buyruğuna uyulması da
gerekir. Bu tavsiye aynı zamanda Allah’ın da emridir:

Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder. (Hud Sur/114).

İyilik, sadaka vermek, ihtiyacı olanlara hizmet etmek, maddi
ve manevi yardımda bulunmak, borç para vermek, yol
göstermek, akıl soranları bilgilendirmek gibi, insanlara
yararlı hizmetler anlaşılmalıdır. Yine Allah için yapılan
ibadetler de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Bunun ötesinde önemli olan diğer bir koşul da,
yapılan hatadan dolayı pişmanlık duymak ve bir daha aynı
hatayı işlememeye dair Allah’a söz vermesidir. Yoksa aynı
hatayı tekrar tekrar işle ve her defasında tövbe et. O zaman
kişiye demezler mi sen kimi aldatıyorsun!… Böyle bir tövbe
amacı dışına çıkmış olmaz mı? Bilinçli akıl sahibi kişi bu

Okudunuz mu?  Cuma hutbe örnekleri

soruya Evet der.
Üçüncü koşul ise, tövbenin geciktirilmemesidir.
Eğer geciktirilirse iki musibet ortaya çıkar. Şöyle ki, günah
işleye işleye kalbi kararır ve alışkanlık haline geldiği için de
temizlenemez bir hal alır. Diğeri de, hastalık ve ölüm tezden
gelir de tövbe etmeye fırsatı kalmaz. İşte bu nedenle günah
sonucu pişmanlık duyup tövbe edilmelidir. Nitekim Cenab-ı
Hak: Ölünceye kadar günahlar işleyip de öleceğini
anlayınca – şimdi tövbe ettim – diyenlerin ve inkâr üzere
ölenlerin tövbesi, gerçek tövbe değildir. (Nisa Sur/18)

buyurarak yapılan yanlışlığı açıklamıştır.
Şunun hatırlatılmasında yarar görülmektedir:
Genelde birçoklarımız noksan bilgi nedeniyle kendi
kendimizi yanıltırız. Şöyle ki, bir günah işlenince Allah
büyüktür, af eder düşüncesiyle pek fazla önemsemez,
pişmanlık duymaz ve başka bir zamanda da yine aynı hatayı
yaparak tekrarlarız. Hâlbuki Rabbimiz günahları af etme
konusundaki hükmünü açık olarak belirtmiştir. Peki, ne
diyor Yüce Rabbimiz:

-Eğer siz yasak edildiğiniz günahların
büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kusurlarınızı
örteriz ve sizi iyi bir gidişata sokarız. (Nisa Sur./31).
– Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de
ki: Selâm size!.. Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine

yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek (cahillik
sebebiyle) bir kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de
kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayıcı, çok
esirgeyendir. (En’am Sur./54).
-Gizli ve aşikâr olan günahı bırakın. Çünkü
günah kazananlar, kıyamette kazandıklarının cezasını
muhakkak çekecekler. (En’am Sur./120).
-O gün (kıyamette) insanlar, amellerinin karşılığı
kendilerine gösterilmek için fırka fırka (kabirlerinden)
çıkacaktır. Zîra, kim zerre miktarı bir iyilik (hayır) işlerse,
onun mükâfatını görecek, kim de, zerre miktarı bir
kötülük işlerse onun cezasını görecektir. (Zilzal
Sûr./6,7,8).
-Şüphesiz ki, iyilikler kötülükleri yok eder. (Hud
Sur./114).

Bu açıklamalar ışığında konuyu inceleyelim.
Rabbimiz hangi günahları af edeceğini bildiriyor:
-Hata ve kusur sayılan küçük günahlar ile,
-Bilmeden (cahillik sebebiyle) işlenen günahları…
Peki, diğer büyük günahların affı nasıl
gerçekleşecektir? Bu konuda iki ayrı görüş vardır. Birincisi;
-Yukarıda açıklandığı gibi tövbenin kabulünde ön
görülen koşullar yerine getirilmiş, kişi de kendini ıslah edip
doğru yola yönelmiş ise, işlediği büyük günahın affı

Okudunuz mu?  Müstehcen görüntüler guslü bozar mı

Allah’ın takdirine kalmıştır. Bunun nasıl gerçekleşeceği ise
bilgimiz dışındadır. Tamamen bağışlanacak mı,
Cehennemde daha az bir süre mi kalacak veya azabın
şiddetinin azaltılması şeklinde mi gerçekleşeceği konusunda
kesin bilgi sahibi değiliz. Ancak, âyet-i kerimede İyilikler,
kötülükleri yok eder. denildiğine göre, kendisini düzeltip
doğru yola yönelen Mümin kişi kazanacağı sevaplarla
Allah’ın affına ulaşacağı umulmaktadır. Diğeri;
-İşlenen büyük günahtan sonra eğer tövbe
yapılmamış ise, bunun affı, cezası çekildikten sonra bir
hardal denesi kadar iman sahibi ise Allah’ın buyruğu ile
gerçekleşip Cehennemden çıkarılacaktır. Şayet, günah
Allah’ı inkâr – küfür şeklinde ise bunun affı yoktur.
İnsanın bilerek veya bilmeden yaptığı kötülük ve
hataların bir kısmı kişilerle ilgilidir. Kişilerle ilgili olanlar
için kul hakkı tabiri kullanılır. Allah’ın emirlerine ters
düşecek davranışta bulunulduğunda tövbe ederek günahtan
kurtulma söz konusu olabilmektedir. Ancak, kişi haklarında
ise tövbe ile bağışlanma olmaz. Mutlaka hak sahibi ile
görüşüp onun helâl ve af etmesini istemelidir.
İnancımıza göre kul hakları iki yönlüdür: Birisi, her
Müslüman’ın üzerinde görev kabul edilen; selâm vermek,
davete katılmak, isteyene öğüt vermek, aksırdığında –
Allah’a hamt ederse – buna karşı hakkında rahmet dilemek

(bugünkü ortamda genellikle çok yaşa denmekte, en
doğrusu Allah’ın rahmeti, iyilikleri üzerine olsun, denirse
amaca ulaşır), hastayı ziyaret etmek, Müslüman’ın
cenazesinde bulunmak..
Diğerleri ise, kişilerin mal, mülk, namus, kan gibi
kişisel haklarına saygılı davranıp elini, dilini bunlardan uzak
tutmaktır. Yine kişisel haklar içerisinde de, hem Allah hakkı
hem de kul hakkı bulunur. Allah’ın hakkı bu tür günah
işlenirken Allah’ın yasakladığı bir zulme girişilmiştir.
Böylece Allah’a karşı hak doğmaktadır. Bu tür günahlardan
arınmak ve günaha kefaret olması bakımından;
Allah’ın hakkını ödemek üzere pişmanlık ve üzüntü
duyulmalı, kötülükleri terk edip iyilik yapmaya
yönelmelidir. Örneğin;
-Kötülüğe karşı iyilik yapılmalı,
-Malını gasp etmiş ise, helâl servetten sadaka
verilmeli,
-Gıybet ve aleyhteki dedikodulara karşı o kişiyi
övmek ve bildiği iyiliklerini söylemek, şeklinde ifade
edilebilir. Bütün bunları yapmakla Allah’a karşı görevini
yapmış olur. Fakat henüz kul hakları yerinde durmaktadır.
Kul hakları ve bunları ödeme durumuna gelince; hak
sahibinin hakkını ödeyerek gönlünü almaktan ibarettir. Hak
sahibi af etmedikçe ahirete kul hakkı ile gidilmiş olur.

Okudunuz mu?  Mizan- ül Kübra (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı)

Kul hakkı alış verişteki hile, aldatma, gasp yolu ile
başkasının malını zimmetine geçirmek şeklinde olduğu
takdirde, derhal hak sahipleri aranıp bulunacak ve hakları
kendilerine iade edilecektir. Bulunamadığı takdirde sevabı o
kişiye olmak üzere iyilik ve hayır yardımı yapılmalıdır.
Gönül yıkma, hatalı davranışa gelince; gerek
yüzüne, gerek gıyabında ağır sözler söylemek ve kalbini
kırıcı hareketlerde bulunmak gibi kusurlu işlerde de yine
hak sahiplerini bulup onlardan bağışlama dilemelidir. Şayet
ölmüş ise, kıyamette onlara verilmek üzere hayır ve hasenat
yapılmalıdır (14).
Konuyu özetlersek, diğer ibadetler gibi tövbe etmek
de geçirilen bir sınavın sonuca ulaşmış başarı göstergesidir.
Burada da akıl ile nefsin amansız mücadelesi görülür. Nefis
yaptığı her hareketi kişiye güzel, doğru ve uygun olduğunu
öğütler. Çirkin de olsa, günah da olsa beğendirmeye çalışır
ve kapatır tövbe kapısını. Çünkü tövbe yaparsa, pişmanlık
ve acizlik çıkar ortaya. Bu da nefsin büyüklük duygusunu
rencide eder.
Akıl, düşünen, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran,
geleceği tehlikeye düşürecek davranışları önlemeye çalışan
insana özgü bir meleke. Hemen çıkar nefsin karşısına, onun
hileli öğütlerine aldanmaması için kişiyi zorlar ve böylece
bir anlık gaflet sonucu olarak işlenen kötülük ve günah için

tövbe etmeye, Yüce Yaratan’ına sığınıp bağışlanma
dilemeye sevk eder kişiyi. Bilinçli Müslüman Allah’ın
emirlerine ve Hz. Peygamberimizin (s) tavsiyelerine uyarak
nefsin istekleri üzerine basa basa gerçek yola yönelir. Yani
hataların bağışlanması isteği ile Rabb’ının sonsuz
merhameti ve Tevvab olan sıfatına sığınır. Böylece sınavını
da başarmış olur.


sabır şükür tevekkül, islam ahlakında sabır, islam ahlakında sabır sorumluluk şükür ve tövbe

Bu kategoride yer alan Aile Hayatı ile ilgili hadisler başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
Ξ Bir cevap yazın

Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Ders Kitabı TIKLA! Sınıf Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Akrostiş Şiir
Forum Duası Copyright © 2007-2023
Gizlilik Politikası İletişim

İslam ahlakında sabır, şükür, tevekkül, tövbe ve sorumluluğun önemi Başlıklı Yazımızın Yanında Websitemiz İslami bilgilerden, Dini Sorular, Cevaplar, Hac, Meal, Cennet, Cehennem, Farz, Sünnet, Hanefi, Şafii, Rüya yorumları, Gusül, Abdest, İmanın şartları, Namaz, Oruç, Kuran Sureleri, Ayetleri, Hadis, Dualar, İslamda Aile Tavsiyeleri, Kadın İle İlgili Konular, İbadet, İman, Mezhep, Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli, İslamın Şartları, Diyanet, Eğitim, Sohbet, Arapça, Hayırlı Geceler, Zekat, Mahrem Sorular, Evlilik, Sahabe Hayatları, Salavat,Dini Hikayeler, Günah, Helal, Haram, Tecvid, Yemin, Sadaka, Siyer, Fıkıh, Ahlak Gibi Konular İçermektedir.