Anasayfa
8 Mayıs 2021, 4:07
ibadetler
Yönetici

Berae (tevbe) Suresinin fazileti (Tövbe süresi ile ilgili hadisler)

Berae (tevbe) Suresinin fazileti (Tövbe süresi ile ilgili hadisler)

mumsema
BERAE (TEVBE) SURESİ SEVABI

6986- Huzeyfe radiyAllahu anh’daıı, dedi ki: "Sizin Tevbe sûresi dediğiniz sûre "Azâb" süresidir. Siz ondan bizim okuduklarımızın ancak dörtte birini okuyorsunuz."
[Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’ta]
6987– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan: Osman’a: "Mesanî grabunda olan Enfâl ile Mieyn grubunda olan Berâe’yi aralarında ‘Bismilahirrahmanirrahîm’i yazmadan tek sureye dönüştürüp ‘Yedi uzunlar’ arasına koydunuz. Sizi buna sevkeden sebep nedir?" diye sordu. Osman şu cevabı verdi: "Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e bazen birkaç sûreye ait farklı ayetler birden indiği olurdu. Ona bu şekilde vahiy indiği zaman falan âyetleri, falan sûreye koyun diye vahiy kâtiplerini çağırıp emrederdi. ‘Falan falan âyetleri şu mevzuların geçtiği falan sûrelere koyun!’ derdi. Enfâl sûresi, Medine’de inen ilk sûrelerdendi. Berâe sûresi ise Kur’ân’ın en son inen sûrelerindendi. Konusu Enfâl’İnkine benziyordu. O sallAllahu aleyhi ve sellem, ondan olup olmadığını bize açıklamadan vefat etti. Bunun için ben de onları tek sureye dönüştürüp aralarındaki Bismillahirrahmanirrahîm’i de yazmadım ve onu böylece ‘Yedi Uzunlar’a dahil ettim." [Tirmizî ve Ebû Dâvud]
6988– (Saîd) İbn Cübeyr’den: İbn Abbâs’a:
"Tevbe sûresi nedir?" diye sordum.
"Fâdıha (yani bazı grupları rezîl eden) bir sûredir, devamlı olarak ‘(ve minhum ve min-hum =) Onlardan kimileri şöyledir, onlardan kimileri vardır ki şöyledir’ diyerek o kadar çok saymıştır ki hatta içinde anılmadık kimsenin kalmadığı sanılmıştır." diye cevap verdi.
"Peki Enfâl sûresi?"
"Bedir savaşı hakkında İnmiştir" dedi.
"Ya Haşr sûresi?"
"O, Nadîroğullan hakkında nazil olmuştur" dedi. [Buhârî ve Müslim]
6989– Ebû Hureyre radiyAllahu anh’dan: "Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in Veda haccından önceki hac mevsiminde emîr tayin ettiği Ebû Bekr, onu (Ebû Hu-reyre’yi) bir grub insanla, Bayram günü gönderip şöyle ilan etmelerini söylemiş: ‘Bu seneden sonra herhangi bir müşrik hac yapmayacaktır. Hiç kimse çıplak olarak Beyt-i şerifi tavaf edemeyecektir’."
6990– Diğer rivayet:
"Sonra Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem Ali’yi (Ebû Bekr’in) ardından gönderip Berâat’i (ültimatomu) ilan etmesini emretti. Ali de bizimle birlikte Mina’da halka, Berâat’ı ilan etti:
‘Hiçbir müşrik bu yıldan sonra Beyî’i hac etmeyecektir, hiçbir çıplak da Beyt-i şerifi tavaf etmeyecektir’."
6991– Diğer rivayet:
"Hacc-ı Ekber günü Kurban Bayramı günüdür. Hacc-i Ekber de bir hacdır. İnsanlar umreye Hacc-ı Esğar (Küçük Hac) dedikleri için ona Hacc-ı Ekber denilmiştir." (Râvi Ebû Hureyre) dedi ki: "O yıl Ebû Bekr, bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in Veda haccını yaptığı zaman hacca tek bir müşrik bile katılmadı. Ebû Bekr’in müşriklere hac etmemeleri için kesin bir uyarıda bulunduğu zaman, Cenâb-ı Hak: ‘Ey iman edenler! Doğrusu müşrikler ancak bir necistir’ âyetini (Tevbe, 28) inzal buyurdu. Fakat müşrikler (daha önce) hacca geldiklerinde (müs-lümanlarla) alış veriş yaparlardı ve müslü-manların da bundan büyük yararı olurdu. Allah müşriklerin Mescid-i Haram’a yaklaşmalarını yasaklayınca, müslümanların yararlandığı ticaretleri kesildi ve bu yüzden endişeye kapıldılar. Bunun üzerine Allah: ‘Eğer fakirlik ve yoksulluktan korkarsanız Allah sizi dilerse kendi fazl ü ihsanından zengin kılacaktır’ mealindeki âyeti (Tevbe, 28) inzal etti.
Sonra bu âyeti takip eden âyette cizye helâl kılındı. Bundan önce cizye alınmazdı. Böylece müşriklerin (Kâ’be’de yaptıkları) ticaretlerden elde ettikleri menfaatin yerini cizye almış oldu. Allah Teâlâ bu durumu açıklamak üzere şöyle buyurdu:
‘Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyenlerle savaşın!’ (Tevbe, 29)
Allah bunu müslümanlara helâl edince, müslümanlar, müşriklerden elde ettikleri ticaretin yerine Allah’ın bunu ihsan ettiğini anladılar ve eski üzüntü ve kaygıları böylece bertaraf edilmiş oldu."
|Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]
6992– Ali radiyAllahu anh’dan:
Ona: "Hac mevsiminde hangi mesajlarla (emirlerle) gönderildin?" diye sordular; şöyle cevap verdi:
"Dört şeyle gönderildim: Kabe’yi hiçbir çıplak tavaf etmeyecek, Allah Resulü ile arasında anlaşması olan kimsenin (müşriğin), bu anlaşması süresinin sonuna kadar devam edecektir. Anlaşması olmayana dört ay süre verilecektir. Cennete ancak inanmış (mü’min) kişi girecektir. Bu yıldan sonra müşriklerle mü’minler bir araya gelmeyeceklerdir."
[Tirmizî]
6993– Câbir radiyAllahu anh’dan: "Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem Ci’râne umresinden döndüğü zaman, Ebû Bekr’i emîr olarak hacca gönderdi. Biz onunla (Ebû Bekr’le) beraber geldik. el-Arec denilen mevkiye varınca, sabah ezanını okudu. Tekbir almak için durunca, arkasında bir deve sesi duydu. Tekbir almaktan vazgeçti ve: ‘Bu, Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in Ced’â’ adındaki devesinin sesidir’ dedi. "Demek ki Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem de hacca karar vermiş. Eğer Ced’â1 devesinin üstündeki şahıs Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem ise onunla beraber namaz kılarız’ dedi. Bir de baktık ki Ced’â’mn üstündeki şahıs Ali imiş. Ebû Bekr ona şöyle dedi: ‘Hac emîri misin yoksa elçi misin?’ ‘Elçiyim. Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem beni hac mahallerinde halka Berâe sûresini okumam için gönderdi’ diye cevap verdi. Nihayet Mekke’ye geldik.
Terviye gününden bir gün önce Ebû Bekir ayağa kalkıp halka hitap etti. Onlara haccın nasıl yapılacağını anlattı. Konuşmasını bitirince Ali ayağa kalkıp halka Berâe sûresini sonuna kadar okudu. Sonra Kurban Bayramı günü geldi; hep birden Arafat’tan hareket ettik. Ebû Bekr dönünce, halka Arafat’ı lerket-me âdabını, nasıl kurban keseceklerini ve hacla ilgili diğer konuları anlattı. Konuşması bitince Ali kalktı ve halka Berâe’yi sonuna kadar okudu. Mina’dan Mekke’ye dönüş günü gelince, Ebû Bekr yine ayağa kalkıp halka şeytanı nasıl taşlayacaklarını ve hacla ilgili diğer konulan anlattı. Onu müteakip Ali de kalkıp insanlara (son bir defa) Berâe sûresini sonuna kadar okudu." [Nesâî]
6994– Huzeyfe radiyAllahu anh’dan: "Küfrün liderleriyle savaşın, çünkü onların yeminleri yoktur" mealindeki âyete (Tev-be, 12) muhatap olanlardan üç; münafıklardan da sadece dört kişi kaldı. Bir bedevi dedi ki:
"Siz Muhammed’in arkadaşları, bizlere bazı haberler veriyorsunuz. Ancak biz onun ne olduğunu anlayamıyoruz. ‘Münafıklardan ancak dört kişi kaldı’ diyorsunuz; peki, bizim evlerimize hücum edip soyanlar, mallarımızı alıp götürenler kimlerdir öyleyse?"
Cevap verdi: "Onlar fasıklardır. Evet münafıklardan ancak dört kişi kaldı. İçlerinden birisi de içtiği soğuk suyun soğukluğunu his-sedemiyecek kadar kendinden geçmiş yaşlı bir adamdır." |Buhârî|
6995– en-Nu’mân bin Beşîr radiyAllahu anh’dan:
"Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in minberinin yanındaydım; bir adam dedi ki:
‘İslâm’dan sonra hacılara su vermekten başka hiçbir amel işlemesem aldırmam.’
Diğer biri de şöyle dedi: "Mescid-i ha-ram’ı imar etmekten başka hiçbir amelde bu-lunmasam aldırmam.’ Diğer birisi de: ‘Allah yolunda savaşmak, anlattıklarınızdan Üstündür.’ Ömer ise onları menetti ve şöyle dedi: ‘Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in minberinin yanında yüksek sesle konuşmayın! Bugün cumadır. Cumadan sonra gider, Allah Resulüne sizin ihtilâf ettiğiniz şeyi sorarım.’ Bunun üzerine: ‘Siz hacca gelenlere su vermeyi ve Mescid-i haram’in imarını Allah’a iman edenlerle bir mi kabul ettiniz?’ mealindeki (iman ve cihadın faziletini beyan eden) âyet (Tevbe 19) nazil oldu." [Muslim]
6996– Adiyy bin Hatim radiyAllahu anh’-dan:
"Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e boynumda altından yapılmış bir haç olduğu halde geldim.
Buyurdu ki: ‘Ey Adiyy! Boynundan bu putu çıkar at!’ Ve bu sözün ardından şöyle dediğini duydum: ‘Allah’ı bırakıp alimlerini ve ruhbanlarını birer rab edindiler.’ (Tevbe, 31)
Sonra buyurdu ki: ‘Gerçekte onlar, ruhbanlara ibadet etmiyorlardı. Ancak ruhbanlar, (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca onlar da hemen helâl sayıyorlardı. (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram sayıyorlardı’." [Tirmizî]
6997– Zeyd bin Vehb’den:
Rebeze’ye uğradım; baktım ki Ebû Zer orada. Ona şöyle dedim:
"Seni burada konaklandıran sebep nedir?" Cevap verdi:
"Ben Şam’daydım. Muâviye ile şu âyetin hükmünde ihtilâf ettik:
‘Altın ve gümüş biriktirip de onları Allah yolunda harcamayan/ar var ya…’ (Tevbe, 34-5)
Muâviye dedi ki: ‘Bu âyet Kitab ehli hakkında nazil olmuştur.’
Ben dedim ki: ‘Bu âyet hem onlar ve hem de bizim hakkımızda nazil olmuştur.’
Bu hususta onunla bayağı tartıştık. Bunun üzerine tutup Osman’a bir mektup yazıp beni şikayet etti. (Halife) Osman da benim Medine’ye gelmemi emretti. Ben de Medine’ye geldim. Sanki beni önceden görmemişler gibi hasretlerini gidermek için halk başıma üşüştü. Bunu Osman’a anlatınca, bana dedi ki: ‘İster-
sen buraya yakın bir yere git!’ İşte beni burada oturtan sebeb budur. Başıma Habeş’li bir adamı emîr yapsalar bile ben onu dinler ve itaat ederim." |Buhârî|
6998– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan: "Altın ve gümüş biriktirenler var ya…" âyeti (Tevbe, 34) nazil olduğu zaman bu, müs-lümanlara ağır geldi. Ömer dedi ki: "Ben şimdi sizin üzüntünüzü gideririm." Hemen Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’e gidip şöyle dedi: "Ey Allah’ın Nebîsi! Bu âyet, ashabına ağır geldi." Şöyle buyurdu: "Allah, zekâtı ancak, kalan mallarınızın (kirinin) aklanması için farz kılmıştır. Allah, sizden sonrakilere kalması için mirası farz kılmıştır. Sizden sonra gelenlere ait bir kelime zikretmiştir." Bunun üzerine Ömer "Allahü Ekber!" dedi. Sonra ona (Ömer’e) şöyle buyurdu: "Kişinin hazine olarak saklayabileceği en güzel şeyi sana bildireyim mi? İşte o, saliha bir kadındır; bakınca ona hoşnutluk verir, emredince ona itaat eder.
Yanında bulunmadığında hem namusunu, hem de onun malını muhafaza eder," [Ebû Dâvud]
6999– İbn Amr bin eJ-Âs radiyAllahu anh’dan:
"Araplar, bir yıl bir ayı, bir yıl da iki ayı helâl sayarlardı. (Bu aylar) hacca ancak yirmi altı senede bir kere isabet ederlerdi. Allah’ın Kitab’mda zikrettiği Nesî’ işte budur. Ebû Bekr’in insanlarla hacca çıktığı yıl, o yıla rastladı. Allah da o yıl yapılan hacca Hacc-ı Ekber adını verdi. Sonra ertesi yıl Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem hacca gitti. İnsanlar hilâlleri karşılayınca Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Zaman (artık) Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü devrine erişti."
Taberânî, Mu’ cemu’l-Evsat’ta.
Derim ki: Galiba bu, her otuzalti senede bir olmaktadır.
Onların Nesi’ yapmalarının sebebi hac mevsiminin hasat ve meyvelerin çok olduğu zamana gelmesini isteyip hasatlarını ve meyvelerini hacılara satma düşünceleridir. Aslında bunun yaklaşık her otuz altı senede bir Zi’1-Hicce’nin dokuzuna rastlaması gerekirdi. Bir yıl Muharrem ayını helal, ikinci yıl, Muharrem ayı ile Safer’i helâl, üçüncü yıl yalnız Muharrem’i helal, yapıp üç yılda Zi’l-hic-ce’nin dokuzunda hac yaparlardı. Sonra dördüncü yıl, Safer ile Rebi’i helal, beşinci yıl da yalnız Safer’i helâl, altıncı yılda Safer ile Rebi’i helâl yapıp bu üç senede Muharrem’m dokuzunda hac ederlerdi. Diğer kalan yıllarda da böyle yaparlardı. Zi’1-Ka’de’nin dokuzuna haccın dönmesi ancak bu müddette olabiliyordu. İşte hadisi böyle yorumlarsak, manası sahih olur. Allah en iyi bilendir."
7000– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan: "Allah’a ve âhiret gününe iman edenler…. senden izin istemezler" mealindeki ayeti (Tevbe, 44), Nûr sûresinde yer alan; "Allah’a ve Resulüne İman edenler…" "…Bağışlayıcıdır, merhamet edicidir" âyeti (Nur, 62) nes-hetmiştir. |Ebû Dâvud|
7001– Ebû Mes’ûd el-Bedrî radiyAllahu anh’dan:
"Sadaka (zekât) âyeti (Tevbe, 103) inince, biz sırtımızda (ücret karşılığında yük) taşırdık (ta kazandıklarımızdan sadaka verirdik). Bir adam gelip bir çok şey lasadduk etti. Onun hakkında riyakâr dediler. Başka biri gelip sadece bir sa’ tasadduk etti.
Bu defada: ‘Allah’ın bu adamın sâ’ma ihtiyacı yoktur.’dediler.
Bunun üzerine: ‘Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışlarının cezasını Allah verir; onlara can yakıcı azap vardır’ âyeti (Tevbe, 79) nazil oldu."
[Buhârî, Müslim ve Nesâî]
7002– İbn Ömer radiyAllahu anh’dan: "Abdullah yani İbn Ubeyy bin Selûl vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah, Peygamber sal-lAllahu aleyhi ve sellem’e gelerek, babasını kefenlemek için ondan gömleğini istedi; verdi. Sonra namazını kıldırmasını da rica etti, tam namazını kılmaya hazırlanırken Ömer: ‘Ey Allah’ın Resulü! Allah seni onların namazını kılmaktan alıkoyduğu halde, sen onun namazını kılacak mısın?’ diyerek elbisesinden çekti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Bu hususta Allah beni muhayyer kılıp söyle buyurmuştur: ‘Onlar için ister istiğfar et, ister etme, yetmiş kere istiğfar etsen de Allah onları bağışlamaz.’ (Tevbe, 80) Ben yetmişten de fazla istiğfarda bulunacağım."
Ömer: ‘O bir münafıktır’ dedi. Buna rağmen onun namazını kıldı, fakat Allah şu âyeti inzal buyurdu: ‘Onlardan ölen hiçbirinin namazını asla kılma!..’ ‘Fâsık’a kadar." (Tevbe 84) [İkisi de Buhârî, Müslim ve Nesâî’ye aittir]
7003– O (Nesâî), Buhârî ve Tirmizî, Ömer’den benzerini rivayet etliler. Orada şöyle geçmektedir:
"Sen İbn Übeyy’in namazım mı kılacaksın? Falan gün şöyle şöyle, böyle böyle demedi mi?" Ömer, böylece birçok şeyler sayıp döktü. Bunun üzerine Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem gülümsedi ve şöyle dedi: "Geri çekil ey Ömer!" Ben ısrar edince, nihayet şöyle dedi: "Allah beni muhayyer kıldı."
Hadisin benzerini rivayet etti.
Onda ayrıca şöyle geçer: Ömer dedi ki: "Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’e karşı o günkü cüretime hâlâ şaşıyorum. Allah ve Resulü daha iyi bilir."
7004– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan:
"Çevrenizdeki bedeviler içinde münafıklar ve Medineliler içinde de münafıklıkta direnenler vardır. Onları siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz. Onlar sonra da büyük bir azaba uğratdırlar" (Tevbe 101)(âyeti nazil olunca) Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem cuma günü hutbeye çıkıp şöyle buyurdu: "Ey Fülan! Kalk ve Çik! Çünkü sen münafıksın." Başka birine de "Ey Fülan! Kalk, sen de çık! Sen de münafıksın" dedi. Münafıkların bir bir isimlerini sayarak kaldırdı ve onları mescidden çıkartıp rezil etti. (Hz.) Ömer işi olduğu için o Cu-ma’ya biraz geç gelmişti, bu durumdan haberi yoktu, onların mescidden çıktıklarını görünce, "Herhalde namaz bitti, cemaat mescidden çıkıyor" zannetti. Bu nedenle onlara görünmedi. Onlar da, "Ömer bizim durumumuzu biliyor" diyerek utançlarından Ömer’den kaçtılar. Nihayet Ömer mescide girdi, cemaatin henüz çıkmadığını görünce, şaşırdı. Bİr adam ona şöyle dedi: "Müjde ey Ömer! Allah bugün münafıkları rezil etti. İşte bu birinci azap günüdür. İkinci azap ise kabir azabıdır."
|Taberânî, A/h’cemıı’I-Evsat’ta. zayıf bir senedle.]
7005– Ali radiyAllahu anh’dan:
"Bir adamın müşrik olan ana ve babası için mağfiret dilediğini duydum.
Dedim ki; ‘Müşrik oldukları halde ana ve baban için mağfiret mi diliyorsun?’
‘İbrahim de müşrik olan babası için istiğfar etmiştir’ diye cevab verdi. Ben de bunu gidip Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e anlatınca, ‘Ne peygambere ve ne de iman edenlere, müşrikler için istiğfar etmeleri yaraşır’ mealindeki âyet (Tevbe,113-4) nazil oldu." [Tirmi/.î ve Nesâî.f
7006– Kâ’b bin Malik radiyAllahu anh’dan: "Tebuk harbi hariç, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in çıktığı savaşların hiçbirinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbinde de bulunmadım. Ancak Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem Bedir’de bulunmayanların hiçbirini kınamadı. Zira o, (savaşmak için değil) Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet Allah onlarla
düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.
İslâm üzere andlaştığımızda Akabe gecesinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşını Akabe biatmdan çok anmakta ise de ben akabe’de hazır bulunmayı, Bedir’de hazır bulunmaya değişmem, Tebuk’da bulunmamamın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım.
Çünkü ben iki deveyi ancak o harpte bir araya getirebildim. Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.
Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manâsıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslümanlar Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in etrafında bayağı bir kalabalık ordu haline gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hakkında bir vahiy iner korkusuyla kimse o harbe katılmamazhk edemedi. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin çoğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem müslü-manlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum; fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.
İçimden ‘Ben de bu harbe istersem katılabilirim’ diyordum. Fakat bir türlü karar vere-miyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem yanındaki müslüman-larla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.
O hal içinde düşünüp dururken, Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem beraberinde-
kilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek istedim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebüsey-dim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve müyesser olmadı.
Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kimselerle durmanın, onları görmenin cidden beni üzeceğini anladım.
Öte yandan Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem Tebuk’e varıncaya kadar beni anmamış.
Tebuk’ta halkın arasında otururken, demiş ki; ‘Hani Kâ’b bin Mâlik nerede? Neden katıl-tnadı?’ Selemeoğullanndan bir adam şöyle demiş: ‘Ey Allah’ın Resulü! Onu galiba iki hırkası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur.’
Ona Muâz bin Cebel şöyle müdahale etmiş: ‘Ne kötü konuştun! Ey Allah’ın Resulü! VAllahi biz o adamı iyi bir insan olarak tanıyoruz.’ Bunun üzerine Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem sükût buyurmuş. Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona: ‘Galiba sen Ebû Hay-seme’sin’ buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa’ hurmayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.
Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in Te-buk’ten dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.
Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Fakat ne yaparsam onun elinden kurtulamayacağımı, yalanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.
Nihayet Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in geldiğini haber aldım. O sallAllahu aleyhi ve sellem, seferinden döndüğü zaman önce Mescid’e girip iki rek’at namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim
bu defada öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanla!’ gelip binbir yeminle ondan Özür dilemeğe başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için Allah’tan bağışlanma diledi. İçyüzlerini de Allah’a havale etti. Ben gelip selâm verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra "Gel yanıma!" dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum. Sordu:
‘Neden geride kaldın? Sen (Akabe’de) biat etmek suretiyle itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?’ Cevap verdim:
‘Ey Allah’ın Resulü! Eğer ben senden başkasmın önünde otursaydım, bin bir yalan uydurarak ve yemin ederek suçumdan kurtulurdum. Kendi kendimle çok mücadele verdim. Lâkin anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka Allah sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Doğrusunu söylersem, bu defa bana darılıp güceneceksin. Onun için Allah’ın affını dilerim, bugün be-
yan edecek makul bir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumum çok iyi idi, hatla ondan önce durumum o kadar iyi değildi. Fakat o gün imkânlanm ve hâli vaktim gayet yerindeydi.’ Bunun üzerine Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘İşte bu, doğru söyledi. Haydi kalk, Allah hakkında hüküm verinceye dek bekle!’
Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki: ‘VAllahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin?
Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sel-lem’in senin için istiğfarda bulunması günahının affma yeterdi.’
Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki ner-deyse geri dönüp Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’e yalan söyleyecektim. Sonra onlara şöyle dedim:
‘Benim gibi harbe katılmayan kimse oldu mu?’
‘Evet; iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylendi.’
‘Peki kimdir onlar?’
‘Mürâre bin er-Rebî’ ile Hilâl bin Ümeyye el-VâkıfP deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler. Onlar örnek insanlardı. Onların isimlerini duyunca geri dönüp Özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem kendisiyle savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güler yüz görmedik, yeryüzü bana dar gelmeye başladı, nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kaldık. Ama o iki arkadaşım evden dışarı çıkma-dılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onların en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkıyor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lâkin kimse benimle konuşmuyordu.
Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e varıp selâm veriyordum. İçimden: ‘Selâmımı alarak dudaklarım kıpırdatacak mı?’ diyordum.
Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sel-lem’in yakınında namaz kılıyordum, bana bakıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum; namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyordu. İnsanların ve Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katâde’nin bostanına girip selâm verdim, (selâmımı) almadı. Ona şöyle dedim:
‘Ey Ebû Katâde! Allah aşkına söyle, Allah’ı ve Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’i sevdiğimi biliyorsun değil mi?’ dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim,
gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu defa şöyle dedi: ‘Allah ve Resulü bilir.’ Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp duvarı tırmanarak dışarıya çıktım.
(Bir gün) Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine’ye bir yiyecek satmaya gelmiş Şam ahalisinden bir Nabatî adam:
‘Bana Ka’b bin Mâlik’i gösterecek kimse yok mudur?’ diye seslenmiş, halk da beni göstermiş; adam gelip bana Gassan kralından bir mektup getirip verdi.
Okur yazardım. Açıp mektubu okudum, meklub aynen şöyleydi:
‘Duyduğuma göre arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.’ Bunu duyunca dert ve belâm bir kat daha arttı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Aradan tam kırkgün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki: ‘Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor.’ Dedim ki: ‘Boşayayım mı? Ne yapayım!’ ‘Boşama, sadece ondan uzak dur!’ dedi. O İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.
Bunun üzerine hanımıma: ‘Haydi babanın evine git, Allah bu hususta hükmünü verinceye kadar orada kal!’ dedim.
Derken Hilâl’in karısı Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellenı’e gelip dedi ki: ‘Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?’
‘Hayır, lâkin sana yaklaşmasın’ buyurdu.
‘VAllahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde. VAllahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.’ Ailemden biri bana dedi ki: ‘Allah Resulü sallAllahu aleyhi
ve sellem’den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isleyebilirsin. Zira Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem Hilâl’İn hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiştir.’ Ben de şöyle dedim: ‘Bu hususta Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’den izin îs-leyemcm, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem; sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm.’
On gün daha aradan geçti; böylece bize konuşma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.
Allah’ın da hakkımızda zikrettiği gibi (Tevbe, 117-119) yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela’ dağı üzerine birinin çıkmış şöyle dediğini duydum: ‘Ey Kâ’b bin Mâlik, müjde!’
Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sıkıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım. Allah Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığında, Allalı’m bizi affettiğini halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde vermek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bana Eslem’li birisi atını dörtnal koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bîr sesle ‘Müjde ey Kâ’b bin Mâlik!’ diye bağıran bir adam gelmiş.
Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, sevinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Kendim başka bir yerden ödünç elbise alıp giydim, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’i ziyaret etmek amacıyla yola koyuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıladılar. Hepsi beni kutladı, ‘Ne mutlu sana Allah senin tevbeni kabul edip yaılığadı’ dediler. Nihayet Mescid’e girdik. Baktım Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in etrafını halk çevirmiş. Hemen Talha bin Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle musafaha edip, beni tebrik etti. VAllahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse (benim için) ayağa
kalkmadı. —Kâ’b, Talha’mn bu inceliğim hiç unutmazdı—
Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’e selâm verdiğimde yüzü sevinçten panldıyor-du. Şöyle buyurdu: ‘Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir haberi sana müjdeliyorum.’ Dedim ki:
‘Bu Allah’tan mı, yoksa senden mi ey Allah’ın Resulü?’
‘Allah’tan’ dedi.
Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem bir şeye sevindiği zaman, mübarek yüzü Ay parçası gibi parıldardı. Biz (sevincini) bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:
‘Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın beni bağışlamasından ötürü tüm malımı Allah yolunda bağışlayayım mı?’
‘Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur’ buyurdu.
Dedim kî: ‘Öyleyse Hayber’de elde ettiğim malımı tutayım.’ Sonra şöyle dedim: ‘Ey Allah’ın Resulü! Allah benî doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum müddetçe doğruluktan ayrılmayacağıma Allah’a söz veriyorum. Doğru sözlerinden dolayı Allah’ın hiç kimseyi benim kadar (doğru konuştuğum için) ödüllendirdiğini bilmiyorum. VAllahi Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’e söylediğim günden bu yana hiçbir yalana tevessül etmedim. Çok ve ama çok mutluyum. Bugünden sonra da Allah’ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.’
Bunun üzerine Allah şu âyetleri inzal buyurdu:
‘And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzereyken, Pey-gamber’e uyan muhacirlerle Ensâr’ın ve Peygamber’in tevbelerini kabul etti. Tevbele-rini, onlara karsı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir.
Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefisleri kendilerini sıkıştırıp. Al-
lah’tan başka sığınacak kimsenin olmadığını anlayarak, savaştan geri kalan üç kişinin de tevbesini kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü o tevbe-leri kabul eden ve merhametli olandır.
Ey inananlar, Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun!’ (Tevbe, 117-119)
Allah’ın beni İslâm’a hidayet ettiği günden beri bu kadar büyük bir nimete ve mutluluğa nail olmamıştım. Hele Allah Resulü sal-lAllahu aleyhi ve sellem’e karşı doğru davranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onların âkibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim; zira Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
‘Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah’a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile Allah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz,’ (Tevbe, 95-96)
İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde Allah Resulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik; Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi Allah’a havale etti. Allah’ın hükmüne bıraktı. Allah da ‘geri kalmış üç kişi’ kavl-i şerifinde belirtildiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalmamızdan söz etmedi. Buna karşılık Peygamberimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri ertelemesi ve Allah’ın hükmünü hakkımızda beklemesinden söz etti."
7007– Diğer rivayet:
"Benim en önem verip kaygılandığım şey; Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’den önce Ölüp de onun benim namazımı kılmaması ya da, Allah Resulü sailAllahu aleyhi ve sel-lem’in ben böyle perişan halimdeyken ölmesi. Çünkü şu anda benimle hiç kimse ne konu-
şuyor, ne selâm veriyor ve ne de bana kimse dua ediyor.
Ben böyle düşünüp dururken, gecenin ancak üçte biri kaldığı zaman, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem, benim işimle ilgilenen çok iyi bir kadın olan Ümmü Seleme ‘nin ya-nındayken Allah levbemizi kabul edip bizi affettiğine dair âyeti indirdi. Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: ‘Kâ’b affedildi.’ Ümmü Seleme dedi ki: ‘Hemen ona haber salıp müjde vereyim mi?’ Şöyle buyurdu:
‘Şimdi bunu yaparsan, insanlar başına üşüşür, sizi rahat bırakmaz ve gecenin kalan kısmındaki uykunuzdan olursunuz’."
7008– Diğer rivayet:
"Kâ’b, yahut Ebû Lübâbe ya da Allah’ın dilediği (başka) kimse şöyle dedi:
‘Benim tevbem ancak, günah işlediğim kavmimin yurdunu terk etmem, yahut da tüm malımı sadaka olarak dağıtmamdır’ (dediğimde) şöyle buyurdu:
‘Malının üçte birini sadaka olarak dağıtman sana yeter’."
[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]
7009– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan: "Eğer harbe gitmezseniz (kaçarsanız), sizi elim bir azapla azablandınr" mealindeki âyetle (Tevbe, 39), "Medinelilerin çevrelerindeki Bedevilerin Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’den (harpten) geri kalmaları yaraşmaz" mealindeki âyeti (Tevbe, 120) "Mü’minlerin hepsinin tüm olarak harbe çıkmaları gerekmez" mealindeki âyet (Tevbe, 122) neshetmiştir. [Ebû Dâvud]
7010– İbn Abbâs radiyAllahu anh’dan: Necde bin Nufey ona; "Eğer siz harbe çıkmazsanız sizi elim bir azapla azaplandı-rır" mealindeki âyet (Tevbe, 39) hakkında sordu. O şu cevabı verdi: "Allah onlara yağmur yağdırmadı ve bu, onların elim azabı oldu." [İkisi de Ebû Davud’a ailtir]
7011-Abdullah bin ez-Zübeyr radiyAllahu anh’dan:
"el-Haris bin Huzeyme, Berâe (Tevbe) sûresinin "Lekad câeküm Resulün min enfüsi-küm (-Andolsun ki içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki…)’ İle başlayan son iki âyetini (Tevbe 128-9) Ömer’e getirdi.
Ömer dedi ki: ‘Seninle beraber bunu bilen var mıdır?’
‘Bilmiyorum, lâkin vAllahi ben bu iki âyeti Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’den dinleyip ezberlediğime şehadet ederim.’
Ömer: ‘Ben de bunu Allah Resulü sallAllahu aleyhi ve sellem’den dinlediğime şehadel ederim’ dedi. Sonra sözüne şunu da ekledi: ‘Eğer bunlar üç âyet olsaydı başlıbaşına bir sûre yapardun. Kur’ân’dan bir sûre bakın ve bunu onun içine koyun.’ dedi. Bunun üzerine biz bunu Berâa sûresinin sonuna koyduk."
[Ahmed, İbn İshâk’ın tedlisi ile.]
7012– Ubeyy radiyAllahu anh’dan: "Lekad câeküm Resulün min enfüsikum"
âyeti (Tevbe, 128-9) en son inen âyettir.
(Abdullah) İbn Ahmed ve Taberânî, Mu’ cemu’l-Kebîr’de leyyin bir senedle.
7013– Ubeyy radiyAllahu anh’dan: "Onlar Kur’ân’ı Ebû Bekr’in zamanında
mushaflarda cem ettiler. Ubeyy onlara yazdırıyordu. ‘Summe’n sarefû sarafAllahu kulûbe-hum bir ennehum kavmün lâ yefkahâri âyetine (Tevbe, 127) gelince, bunun Kur’ân’m en son inen âyeti olduğunu ileri sürdüler. Bunun üzerine Ubeyy onlara dedi ki: ‘Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem bundan sonra bana iki ayet daha okuttu: ‘Le kad câeküm Resulün min enfüsikum… Ve huve Rabbul-Arşil-Azîm’& kadar. İşte bu, Kur’ân’m en son inen âyetidir’ dedi. Allah bununla kendisinden başka hiçbir ilah olmadığım, en son olarak ilan etmiştir. ‘Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka hiçbir ilah yoktur, Öyleyse bana ibadet edin!’ âyeti (Enbiyâ, 25) de zaten bunu ifade etmiyor mu?"
[Abdullah İbn Ahmed.]


Cevap: Berae (tevbe) Suresinin fazileti (Tövbe süresi ile ilgili hadisler)

Abide
Berae (tevbe) Suresinin fazileti (Tövbe süresi ile ilgili hadisler)

Okudunuz mu?  Tevhid kelimesi La ilahe illelah demenin sevabı

berae suresi, tevbe suresi fazileti, tevbe suresinin fazileti

Bu kategoride yer alan Maide Suresini okumanın sevabı fazileti (Maide suresi ile ilgili hadisler) başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
Ξ Bir cevap yazın

Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Ders Kitabı TIKLA! Sınıf Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Akrostiş Şiir
Forum Duası Copyright © 2007-2023
Gizlilik Politikası İletişim

Berae (tevbe) Suresinin fazileti (Tövbe süresi ile ilgili hadisler) Başlıklı Yazımızın Yanında Websitemiz İslami bilgilerden, Dini Sorular, Cevaplar, Hac, Meal, Cennet, Cehennem, Farz, Sünnet, Hanefi, Şafii, Rüya yorumları, Gusül, Abdest, İmanın şartları, Namaz, Oruç, Kuran Sureleri, Ayetleri, Hadis, Dualar, İslamda Aile Tavsiyeleri, Kadın İle İlgili Konular, İbadet, İman, Mezhep, Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli, İslamın Şartları, Diyanet, Eğitim, Sohbet, Arapça, Hayırlı Geceler, Zekat, Mahrem Sorular, Evlilik, Sahabe Hayatları, Salavat,Dini Hikayeler, Günah, Helal, Haram, Tecvid, Yemin, Sadaka, Siyer, Fıkıh, Ahlak Gibi Konular İçermektedir.