Anasayfa
8 Mayıs 2021, 3:57
Tasavvuf
Yönetici

Nefsin mertebeleri – Nefs-i sâfiye

Nefsin mertebeleri – Nefs-i sâfiye

Ebu Ducane
NEFSİN MERTEBELERİ – NEFS-İ SÂFİYE NEDİR?

Nefs-i sâfiye sahibi vehbi olan ilm-i ledünne mazhar olmuş vâris-i enbiyâdır. Bu makamda kalpte on lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanın bütün azalarında zahir olur. O zaman bu makam sahipleri kulluk vazifelerini derin ve derûnî bir zevk ve neş’e içinde seve seve ifâ ederler. Âlim-i billah olan bu velîler, halkı ivazsız garazsız ve dînar ve dirhemsiz, bir menfaat mukabilinde olmayarak livechillah Hak yoluna, şeriat-ı mutahharanın, sünnet-i seniyyenin emirlerine davet eder.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan ilmi ledünnî öğretmiştik.

[1]
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
Kudretine nihâyet olmayan Allah’ın sadakat meclisinde, huzuru kibriyasındadırlar.

[2]
Nefs-i sâfiye, bütün faziletlere kavuştuğu için ismi kâmile olmuştur. Seyri, billah (Allah ile)dir. Âlemi, kesrette vahdet ve vahdette kesret âlemidir. Yeri, hafîye nisbetle, ruhun bedene nisbeti durumunda olan ahfâ, hâli ise bekâdır. Vâridi buraya kadar anlatılan tüm nefislerin vâridleridir. Sıfatları, bildirilen bütün güzel huylardır.
Bu makamdaki arifi billahın meşgul olduğu vird Kahhar ismidir. Bu makam bütün makamların en büyüğü ve en yükseğidir. Zira bunda bâtın saltanatı kemâle erip, mücahede tamam olmuştur. Riyazete ihtiyaç kalmayıp vasat hâlde kalmıştır. Bütün muradlarını almıştır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın rızasını almak kalmıştır.
Bu kâmil velinin amelleri savap ve ibadettir. Temiz nefesleri kudret ve inâyettir. Tatlı sözleri ilim ve hikmettir, pür lezzet ve halâvettir. Yüzünü görmek huzur ve saadettir. Bu arifi görenlerin kalbine Allahu Teâlâ’yı zikir ve fikir gelir. Huşû ve hudû ile ona yönelir. Nasıl yönelmesin ki o, Allah’ın aziz kulunun yüzünü görmektedir. Dördüncü makamda iken veliyullah idi. Bu makam avam evliyasının makamıdır. Beşinci makam seçkin evliyanın makamıdır. Altıncısı seçilmişlerin makamıdır. Vermek isteyince hiç kimsenin mâni olamadığı, vermemeyi murad edince hiç kimsenin engel olamadığı Allahu Teâlâ her ayıptan münezzehtir.
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır ki: İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da o seni her an ve daim görüp, gözetmektedir.

Okudunuz mu?  Evliya Mertebeleri

[3]
Hidâyet-i hakîkîye mazhar olan mümin her an bu duygu ve şuur içinde bulunmak ve bütün hayatını bu inanca göre tanzim etmekle beraber kendisinde yakîn hali zuhur edip bu vesileyle vuslat-ı ilâhîyeye nâil ve mazhar olur.
Bu Kahhar ismi kutba mahsus olan isimlerden olup kutb onunla sâliklere imdat edip nurlar, hidâyetler ve müjdeler gönderir. Hattâ sâliklerin içinde zuhur eden cezbe, surur ve huzur gibi gönül ve ruh hâllerine yardım, zamanın kutbundan (irşad kutbundan) olup onların zikir ve teveccühlerine karşılıktır.
Bu makamın sahibi bir an ibadetsiz olmaz. Bedenin her uzvuyla, eliyle, ayağıyla, diliyle yahut yalnız kalbi ile ibadettedir. Gafil olmaz. Bu kâmilin istiğfarı çoktur. Tevazuu yerindedir. Rızası ve sürûru halkın Hakk’a ikbal ve teveccühlerindedir. Kızması ve üzülmesi onların Hakk’tan gaflet ve yüz çevirmelerindendir. Hakk’ı isteyenlere rağbet ve muhabbeti öz evlâdına olan muhabbet ve rağbetten daha çokdur. Bu kâmil veli emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker edip yumuşak ve alçak gönüllükle söyler. Muhabbet ehlini sevip sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Bununla beraber kalbinde kimseye kötülük beslemez. Allah için olan işleri yapar. Ayıplayanların ayıplamasından kaçınmaz. Bu makamdaki bir kulun kahrı lutfuyla, gazabı hilmiyle ve celâli cemâliyle karıştığından gazap hâlinde razı olup, rıza hâlinde gazap eder. Lâkin her şeyi yerine koyup her hâlinde adâlet üzere gider. Himmetle bir şeyin olmasına teveccüh ederse biiznillah onu murâdına uygun hâsıl olmuş bulur. Bu kâmilin muradı Hakk’ın muradına, uygun, rıza ve kızması da onun rıza ve kızmasına mutabıktır. Ruhu onunla olup hep huzur’dadır. Çünkü o künmeAllah velâ tübâlî sırrına mazhar olmuştur.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
Muhakkak Allah her yüz yıl başında bu dini ihya edecek kudsiyyü’l-sıfat bir racul-i salih, bir insan-ı kâmil gönderir.

Okudunuz mu?  Gavs kime denir?

[4]
Müceddid; kudsiyyü’l-sıfat, racül-i sâlih, insan-ı kâmil, zâhirî ve bâtınî ilimlere vakıf ve mücehhez olan zatlardan her yüz senede bir, Cenâb-ı Hak tarafından seçilir. Bu zat, din-i mübini ihya eder, o sünneti bidattan ayırır, bidat ehlini hezimete uğratır, ehl-i sünnet yolunu tevsî, tahkim ve ihya eder. İnsan-ı kâmil olan müceddidin dinde yapacağı tecdid kitap ve sünnette gösterilen işlerden bozulmuş ve tefessüh etmiş olanları himmet-i âlî ve ilm-i tâlimle insanları ihya etmekle mükelleftir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten nehyeder ve Allah’a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.

Okudunuz mu?  Günümüzde yaşayan şeyhler hakkında

[5]
Hiçbir peygamberin ümmeti vâris-i enbiya rütbesine nail olmamıştır. Yani her peygamberin ümmetine emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesi verilmemiştir. Ancak bu vazife ümmet-i Muhammed’e tevdi olunmuştur.
Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır ki: Her asırda benim ümmetimden sâbikûn vardır ki bunlara büdelâ ve sıddîkûn denir. Haklarındaki inâyet ve merhamet-i ilâhîyye o kadar mebzuldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Ve yeryüzü halkı için tasavvur olunan bela ve musibetler onlarla def ve ref olunur.

Okudunuz mu?  Mesneviden seçmeler

[6]
Sâbikûn, tekaddüm edenler; mukarrabîn demektir. Asr-ı saadetten beri her zaman sâbikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur. Asr-ı saadet’te sabikûn şerefine birinci olarak erkeklerden Hz. Ebu Bekir-i Sıddık (r.a), kadınlardan Hz. Hatice (r.anha), gençlerden Hz. Ali (r.a), köleler içinde Zeyd bin Harise (r.a) nail olmuşlardır.
Sâbikûn, nur kaynağı Kur’an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerle beşere saadet ve huzur behşeden şeriat-ı garrâ ve sünnet-i seniyye ile tarîk-i Hakk’a giden fırka-i nâciye ve ehli sünnet olan evliya zümresidir. Hidâyet bulmuşlar, tarîkât-ı Muhammediyye’ye sâlik olmuşlar, hakîkat ilmine ermişlerdir. Huzur ve üns meclisine gelmişler, muhabbet deryasına dalmışlardır. Fenâfillah olup bekâbillâha kavuşmuşlardır.
Burada ifade-i merâmımız Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem’in Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız hadisinin hakîkatıdır. Çünkü o nefsin nezaheti, nefs tezkiyesinin kemâli ile muhabbete hazırlanıyor. Muhabbet ise bir mevhibe-i Rabbânî olup tezkiyeye bağlı değildir. Fakat Cenâb-ı Hak câri olan sünnetine uygun olarak sevdiklerinin nefislerini hüsn-i tevkifi ile teyidi ile tezkiye eder. Allah, nefsine nezahet ve temizlik nasip ederek muhabbet cazibesi ile ruhunu cezbettiği kimseye sıfatlarından ve ahlâkından bir hil’at giydirir. Bu ona göre bir vuslat rütbesidir. Bazen şevk yani aşırı sevgi onun bâtınından kaynaklanarak daha da ötelere geçer. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın atîyeleri, ihsanı sonsuzdur. Bazen kul kendisine lutfedilenle teselli bularak bu ona şevk ateşini dindiren bir vuslat olur. Muhib indinde vuslat rütbesini gerçekleştirenin Hakk tarafından kendisine verilen şevk gücü ile ihsan sıfatları istikrara kavuşmuş olur. Eğer şevk gücü olmasaydı gerisin geriye döner ve orada kişi ile kalbi arasına perde olan nefsinin sıfatları ortaya çıkardı. Muhabbetin zâhiri ve bâtını vardır. Zâhiri sevgili olan Cenâb-ı Hakk’ın rızası peşinde olmak, bâtını ise herşeyden uzaklaşarak yalnız sevgiye tutulması ve şahsında ne başkaları ne de kendisi için birşeyin kalmamasıdır. Muhabbetteki yüce hâllerden birisi de şevktir. Muhîb sürekli sevdiğine karşı iştiyak içinde bulunur. Çünkü Hakk’ın tecellilerinin sonu yoktur. Sâlik hangi hale ulaşırsa ulaşsın bilir ki, onun gerisinde daha mükemmel ve daha yüce hâller var. Seven kişide meydana gelen şevk, şahsî gayreti ile değildir. O Cenâb-ı Hakk’ın muhiblere lütfettiği bir mevhibe-i ilâhîyesidir.
Peygamber-i Zîşân efendimiz şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hakk’ın velileri onlardır ki görüldükçe Allah hatıra gelir. Eğer gören kimsenin dünyadan başka arzusu yoksa.

Okudunuz mu?  Rabıta nasıl yapılır

[7]
Eğer o kimsenin dünya muhabbeti kalbini ihata etmişse basar ve basireti kapanmış olur ve karşısındaki insanın veli olduğunu anlayamaz.
İmâm-ı Nesefî hazretlerinin Zübdetü’l-Hakâik isimli eserinde bildirdiğine göre, aleyhisselâtu vesselâm efendimiz hazretleri buyuruyorlar ki: Bir kimse zamanın imamına (kutbuna) biat etmeden ölürse cahiliyye ölümü üzere ölmüştür.

Okudunuz mu?  Şeyhe rabıta etmek şirk değilmidir?

[8]
Amma, zamanın kutbunu akıl ile bileyim demek abestir. Ancak, Hak Teâlâ hazretleri’nin bildirdiği kimseler bilirler. Kutbiyyeti hak etmek, çok ibadet ve fazla riyazetle değildir. Gâyet büyük makam ve belki atiyye-i zül tavli vel in’amdır. Kümmelîn-i evliyadan nice zâtın, şöhret ve şanı cihanı tutmuştur. Kerametleri haddi aşmış, harikulâde hâlleri akıllara durgunluk vermiş, insanları hayrete düşürmüş iken, makam-ı kudbiyyete mazhar olamamışlardır.
Dervişler lisanında Falana kutupluk verilmiş de almamış, falan kabul etmemiş diye galat söylerler. Aslı yoktur. Çünkü, Bârî-i Teâlâ kendi hikmet ve maslahatını kullarından sormaz. Ve onlar ile müşavere etmek şânı âliyyesinden değildir. Herkese müstehak olduğu dereceyi ihsan eder.
Cenâb-ı Hak, kudbiyyet derecesine müstehak olan zata hil’at-ı kutbiyyeti inam ve ihsan eder. Lâkin, o zata sorup sual etmek ve o zatın da ben bu dereceyi isterim-istemem demesi gibi muhavere şân-ı uluhiyyette olamaz. Bu ise atîyye-i ilâhîyyeye muhaldır.
Sultanü’l-Ârifîn Bayezid-i Bistâmî hazretleri buyurmuşlardır ki: Benim zamanımda İslâm içinde kümelîn-i evliyâdan yetmiş bin kadar veli var idi. Onların mâdûnunda çok veliler vardı. Lâkin o asrın kutbu henüz keşfe erişmemiş ümmî bir haddâd idi ki gece gündüz evlad u iyâlinin nafakası için dükkânında demircilik sanatı ile meşgul idi. Ben ise hayrette kalmış idim. Sırr-ı kudbiyyet nedir ki bu kadar velilerden birisine verilmeyip te bir ümmî ve henüz dîde-i basîreti küşat olmamış bir haddâda verildi, diye taaccüp ettim. Bir gün o haddâdın dükkânına vardım. Selâm verdikten sonra haddâd yanıma gelip elimi öptü ve benden dua istedi. Ben ona dedim ki: Ben senin ayaklarını pûs edeyim. Sen bana dua et. Cevapta o zat buyurdu ki: Fakat sana dua etmekle benim derdi derûnum teskin olmaz. Ve tekrar o zata dedim ki: Acaba derdiniz ne ola? Bizlere haber verseniz belki çaresine bakarız. O zat buyurdular ki: Acaba rûz-ı mahşerde bu kadar kulların hâli nice olur? deyu ağlamaya başladı. Derdi derûnu bana dahi tesir edip beraber ağladık. O vakit sırrıma nida olundu ki kutublar nefsî nefsî diyenlerden değildir ümmetî ümmetî diyenlerdendir. Hemen kalbimdeki hayret ref’ olunup bildim ki bu zatların istîdâdı başkadır. Bunlar kalb-i Muhammedî üzere vâki olup mazhar-ı hakîkat-ı Muhammediye olmuşlar. Lâkin o hâlde henüz keşif hâli zuhur etmediğinden kutub olduğunu bilmiyordu. Kendisinden sordum ki: Halkın muazzeb olmasından size ne? buyurdular ki: Ey birader, benim hamîr-i fıtratım âb-ı şefkat ve merhametle bir derece yoğrulmuş ki eğer bütün insanların günahını bana yüklenip onları affeyleseler memnun olurum. Ondan sonra kendisiyle bir haylice sohbet eyledim. Namazda okumak için benden bilmediği bazı sureler öğrendi. Lâkin benim batınım feyz-i Rabbanî ile öyle doldu ki kırk senede tahsil edemediğim dereceleri o mecliste tahsil eyledim. O vakit bildim ki sırr-ı kudbiyyet başka bir mânâdır. Ne ilim ile ne de kesret-i amel ile husule gelir şey değildir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.

Okudunuz mu?  Nefs Ve Ruh

[9]
Kutub olan zât rûy-i arzda vekil-i Hakk’dır ki onun kalbi, muhît-i envâr-ı ilâhî ve mazhar-ı füyûzât-ı namütenahidir. Kendi vaktinde her ne kadar ehl-i iman var ise gerek ulema ve gerek evliyâ cemîsine feyiz, kutbun bâtınından taksim olunur. Zira ol zâtın kalbi nazargâh-ı feyyâz-ı mütealdir.
Kutb-ı zamanın tavassutundan müstağni olarak bahr-i ehadiyyetten istifade etmek mümkün olamaz. Her devirdeki kutublar sıddîkler zümresinin ileri gelenlerinden seçilir. Kutb-ı aktab derecesi evliyâlığın zirvesidir. Kutublar peygamberimizin nâib ve vârisleridirler.

Okudunuz mu?  Tevbe Aldıktan sonra Mastürnbasyon nolur bakın

[1] Kehf Sûresi, Âyet 65

[2] Kamer Sûresi, Âyet 55

[3] Tecrd-i Sarih Tercümesi

[4] Sünen-i Ebû Davud,

[5] Âl-i İmran Sûresi, Âyet 110

[6] Münâvî, Künûzü’l Hakaik

[7] Ramuzu’l-Ehâdis

[8] Sahih-i Müslim, Buhârî

[9] Maide Sûresi, Âyet 54


Cevap: Nefsin mertebeleri – Nefs-i sâfiye

İZGEN
Nefis Arapça kökenlidir, sözlükte ruh, bir şeyin kendisi, akıl, insan bedeni, ceset, kan, azamet, arzu ve kötü istekler gibi manalara gelmektedir.nefsine hakim olmayan dünyalığa yenilmiş ahireti kaybetmiş demektir

Okudunuz mu?  Mümin in kalbi Allahın evidir.

kamilin üzülmesi ve kızması, nefs-i safiye

Bu kategoride yer alan Nefs Nasıl İman Eder? başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
Ξ Bir cevap yazın

Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Ders Kitabı TIKLA! Sınıf Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Akrostiş Şiir
Forum Duası Copyright © 2007-2023
Gizlilik Politikası İletişim

Nefsin mertebeleri – Nefs-i sâfiye Başlıklı Yazımızın Yanında Websitemiz İslami bilgilerden, Dini Sorular, Cevaplar, Hac, Meal, Cennet, Cehennem, Farz, Sünnet, Hanefi, Şafii, Rüya yorumları, Gusül, Abdest, İmanın şartları, Namaz, Oruç, Kuran Sureleri, Ayetleri, Hadis, Dualar, İslamda Aile Tavsiyeleri, Kadın İle İlgili Konular, İbadet, İman, Mezhep, Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli, İslamın Şartları, Diyanet, Eğitim, Sohbet, Arapça, Hayırlı Geceler, Zekat, Mahrem Sorular, Evlilik, Sahabe Hayatları, Salavat,Dini Hikayeler, Günah, Helal, Haram, Tecvid, Yemin, Sadaka, Siyer, Fıkıh, Ahlak Gibi Konular İçermektedir.