Anasayfa
7 Mayıs 2021, 5:05
Terimler
Abone

Hablullah Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi

Hablullah Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi

ACİLSERVİS
HABLULLAH Ne Demektir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi

Allah’ın ipi, zimmeti. Hablullah tâbiri Kur’ân’da Allah’a izafe edilerek yalnız bir yerde geçmektedir. Habl; ip mânâsınadır. Aynı zamanda bu kelime Allah’a verilen söz, zimmet, güvenme, ağırlık, ulaşma, ulaştırma ve sebep anlamlarına gelir.

Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber’e bir takım emirler vermekle, Ehl-i Kitaba karşı tavrını koymasını istemekte ve onlara cevap vermesini emir buyurmaktadır. Sonra Allah (c.c) mü’minleri ele almakta, onların ehl-i kitab’tan bir gruba uydukları takdirde tekrar küfre dönebilecekleri tehlikesine dikkat çekmekte…. Söz ehli kitabı ve mü’minleri hedef almakta ve neticede, "Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a, İslâm’a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın" (Âlu İmrân, 3/103) denilmektedir. Bu âyetten açıkça anlaşılmaktadır ki, "hablullah"tan kasıt evvelemirde Kur’ân ve onun, teklif ettiği din olan İslâm’dır. İnsanlar ancak Kur’ân’a ve İslâm’a sımsıkı sarıldıkları takdirde parçalanmaktan uzak durabilirler.
Dar bir yolda, bir patikada yürüyen kimsenin ayağının kaymasından korkulur. Ama ö kişi, iki tarafı sâbitleştirilmiş bir ipe (bağa) tutunarak yürürse korkusuzca yoluna devam eder.

İşte aynı şekilde Hakk’ın yolu da çok ince bir yoldur. Birçokları o yolda yürürken kayabilirler. Hak yolda yürümek için de Allah’ın açıklamasına ve O’nun rehberliğine ihtiyaç vardır. Öyleyse burada bağ (habl) kavramı, din yolunu takip ederek kendisiyle amaçlanan yere ulaşmamız imkânını bahşeden herşey için kullanılır. "Meğer ki Allah’ın ahdine ve mü minlerin ahdine sığınmış olsunlar" (Âlu İmrân, 3/112) âyetinde geçen "habl", ahd (söz), bağ olarak tefsir edilmiştir. Çünkü ahd, bağ gibi amaçlanan yere giderken kişiden korkuyu gidermektedir (Fahreddin er-Razî, Mefatihu’l-Gayb, 8/162).

Buradaki (habl) kelimesi bazılarına göre Allah’ın insanlara gönderdiği din anlamina gelmektedir (Tefsîru’l-Celâleyn).
Bundan başka, âyette "hablullah" ile kasdedilen şeyin Kur’ân-ı Kerîm olduğu birçok müfessir tarafından beyan edilmiştir. Bu müfessirler görüşlerine delil olarak şu hadîsleri zikrederler:
1- Zeyd b. Erkâm’dan gelen bir rivâyete göre Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurdu: "Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri Allah’ın kitâbdır. O, Allah’ın ipidir. Her kim ona tâbi olur sa doğru yolda ve kim de onu terkederse dalâlette (sapıklıkta) olur" (Müslim, Faadailü’s-ashab, 37).

2- Peygamberimiz (s.a.s) Kur’ân hakkında; "Bu Kur’an hablullahtır, nurdur ve faydalı bir şifadır. Kendisine yapışanı korur; ona uyanı kurtuluşa götürür…" buyurmuştur (Dârımî, Fezailü’l-Kur’an, I).

3- Diğer bir rivâyette de yine Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’ın ipi olduğu vurgulanarak şöyle denilmektedir: "Allah’ın kitâbı (Kur’ân) gökten yere uzatılmış bir iptir, yani hablullahtır" (Ahmed b. Hanbel, II/17, 26). Zemahşerî, âyetin anlamını, "Allah’a güveniniz de ve O’ndan yardım isteğinizde bir olunuz, ayrılıp dağılmayınız veya, Allah’ın kullarına olan ahdine sarılmada bir olunuz, ki, bu ahd iman ve tâattir" şeklinde tefsir eder. Veya Hz. Peygamber, "Kur’ân Allah’ın sağlam bir bağıdır" dediği için buradaki habl’den maksat "Allah’ın kitabıdır, yani Kur’an dır" (Zemahşerî, Keşşâf, I, 191).

Okudunuz mu?  Vesile (nedir?) İslamda vesile kavramı

Üstad Mevdûdî de hablullah’ı, Allah tarafından belirlenen bir hayat tarzı olarak ele almakta ve onun sayesinde insanların Allah’la olan ilişkilerinin sağlam olacağını ve aynı zamanda onları birbirine bağlayacağını açıklamaktadır (Mevdûdî, Tefhim’ul-Kur’an, I, 218).
Dursun Ali TÜRKMEN


Cevap: Hablullah "Allahın ipi"

Hoca
"Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun yanında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.” (Aliİmran 103)

Allah’ın ipine, ama cem’an, cemisine, tümüne sımsıkı sarılın. Allah’ın ipine sarılın, fakat hepsine birden sarılın. Bakara’ya sarılın, ama Âl-i İmrân’ı atın değil. Namaz âyetlerine sarılın, ama şimdilik ci-had âyetlerini bir kenara atın değil. Helâl kazanç âyetlerini alın, ama şimdilik infak âyetlerinin üzerinde durmayın değil. Fikir âyetlerini alın, ama zikir âyetleri sizde yok olsun, öyle değil. Ya nasıl? Kitabın, allah-tan gelen ipin hepsine, tümüne, baştan sona sımsıkı sarılın.

Allah’ın Resûlü der ki, "Kur’an gökten yeryüzüne sarkıtılmış bir iptir.” Sanki bana öyle geliyor, böyle altı bin parçalı bir ip var ve işte bunun hepsine birden sarılmamızı istiyor Allah. Tümüne birden sarılacağız. Ne Tebbet dışında kalacak, ne de ihlâs. Ne namaz dışında kalacak ne de hukuk. Ne hac dışında kalacak ne ekonomi. Ne oruç dışında kalacak, ne de eğitim âyetleri.
Yâni dini parçalamadan, kitabı parçalamadan, peygamberi parçalamadan, hayatı, Allah’ın hayat programını parçalamadan Allah’ın ipine, Allah’ın dinine toptan sarılın. Nedir Allah’ın dini? Fâtiha-dan Nas’a kadar tüm âyetler Allah’ın dinidir. Baştan sona Kur’an âyetleriyle beraber Rasûlullah efendimizin Allah tarafından onaylanmış hayatı dindir.

İşte bu dini, bu dinin kitabını parçalamayın diyor Rabbimiz. Meselâ nasıl? Dinin şu bölümünü kabul ederim ama şu bölümünü kabul edemem. Kitabın şu âyetlerine evet, ama şu şu âyetlerine hayır demeden, peygamberin şu şu yönünü kabul, ama şu şu yönlerini reddetmeden namazıyla, orucuyla, haccıyla, zekâtıyla, cihadıyla, ekono-misiyle, hukukuyla, nikâhıyla, mîrasıyla, kılık kıyafetiyle, savaşıyla, barışıyla her şeyiyle Allah’ın ipine, Allah’ın dinine sımsıkı sarılın.

Yâni dinin, kitabın tümüne sarılın. Kur’an’daki ibâdet âyetlerine evet, ama aynı Kur’an’ın ekonomik düzenlemelerine gelince hayır de-mek biçiminde, Kur’an’ın orucunu kabul ama aynı kitabın siyasal bakış açısına gelince, sosyal yapılanmalarına gelince hayır biçiminde, kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını reddetmek biçiminde bir anlayıştan yana olmayın.
Allah’ın ipinin, Allah’ın kitabının tümüne sarılın. Bir de bu âyete şöyle mânâ verenler de olmuş: Allah’ın ipine toptan sarılın. Topyekün Allah’ın kitabına sarılın. Tek tek değil, toptan, hepiniz Allah’ın kitabına sarılın. Böyle anlasak meselâ şimdi ben kendi başımayım ne yapacağım şimdi? Ya Rabbi yanıma bir kişi daha ver de onunla birlikte bu kitaba biz de sarılalım mı diyeceğim? Yâni ben de onunla birlikte sarı-layım mı diyeceğim? Şuradaki arkadaşlardan hiçbiriniz benim sarıldığım bu kitaba sarılmasa, bu kitapla ilgilenmese ben ne yapacağım? Bu kitaba sarılmak için, bu kitabı anlayıp amel etmek için sizi mi bekleyeceğim? Veya sizler sarıldınız kitaba ama ben yamukluk yapıp sarılmadım. Ne yapacaksınız sizler? Beni mi bekleyeceksiniz? Yok öyle değil. Burada bizden istenen o değil. Ama iki türlüsünü de söylemeye çalışalım:

1-) Birinciyi anladık her halde değil mi? Kur’anın tümüne sarılın. Yâni hiç birisini dışarıda bırakmadan, birini diğerinden ayırmadan Kur’an’ın tümüne birden sarılın.

2- Peki öteki türlü anlarsak, yâni Kur’an’ın hepsine hepiniz sarılın, Kur’an’a toptan sarılın. Bu şu demektir: Kur’an toplumsal bir nizam dinidir, toplum olarak yaşanan, uygulanan, toplumu ayarlayan, uyarlayan bir dindir. Öyle birileri ilgilenip, birileri sarılıp, ama birileri ke-narda kalınca yaşanacak bir din değildir bu din.

Öyleyse ey müslümanlar, size düşen toptan, hepiniz birden kitaba sarılıp onu yaşamaya çalışmaktır. Her birinizin ferden ferda görevi bu kitabın tümüne sarılmaktır, ama bu işi hepiniz yapın demektir. Yâni zekât veren ve alan olarak, yardım eden ve edilen olarak, öğreten ve öğrenen olarak, evlenen ve evlendiren olarak, nikâh kıyan ve kıyılan olarak, karı ve koca olarak, baba ve evlât olarak hepiniz bu kitaba sarılın demektir bu.

Çünkü toplumsal hareketlilikte şu iki örneği karıştırmayalım, birbirinin iç içesi olan iki örnek: Yemek yapmak ve yemek yemek. Meselâ beş kişi yemek yapacaksa, ya içinizden biri yemek yapar diğerleri yer, bu bir kişinin yemek yapışıdır ferdi bir harekettir. Ya da bu yemek hazırlama işini birlikte yaparız. Yâni birimiz ateşi yakar, birimiz su getirir, öbürü tuzunu getirir, sen yağını, öbürü domatesini, biri servis yapar, biri tabak hazırlar, öbürü çanak getirir, yâni yemek hazırlama işini hepimiz birden yapmışızdır. Böylece bu yemek yapma işi toplumsal bir iş olmuştur. Bu işte her bir ferdin özel bir katkısı olmuştur.

Ama yemek yeme işi böyle değildir. Topluca da yeseniz, ferden ferda da yeseniz o ferdi bir harekettir. Yâni ben kendi başıma da otursam yesem kendim yerim, hepimiz beraber oturup yesek de yine ben kendim yerim. Ben kendi mideme yerim ve herkes de kendi midesine yer, ama beraber yiyoruz. İşte İslâm’ın toplumsal hareketliliği budur. Meselâ namaz toplumsal bir harekettir, ama toplu da kılınsa birinin abdesti yoksa onun namazı yoktur. Ama onun abdesti yok, namazı olmadı diye ötekilerin namazı bozulmaz. Onların namazı yine namazdır. Abdesti olmayan bu kişi imamsa tamam o zaman ötekilerin namazı da bozulacaktır. Ama bu durumda imam abdestsiz olduğunu söylememişse diğerlerinin namazı aynen namazdır.

Demek ki İslâm’ın toplumsallığı böyledir. Herkes beraber olacak. Sen bir ucundan, ötekisi bir ucundan tutacak öyle değildir. Herkes işin başından sonuna sorumludur. Yemek yapmadaki sorumluluk değil ama yemek yemedeki sorumluluktur bu.

(Hocam cemaat olmayacak mıyız? Cemaate karşı mısınız? diye bir soru soruldu.)

Tamam kardeş cemaat olacağız, cemaat olmak zorundayız, buna benim hiçbir itirazım yoktur, ama bu âyet onu anlatmıyor. Onu anlatan başka âyetler var, başka hadisler var da bu âyet onu anlatmı-yor. Diyelim ki bu âyet toptan Kur’an’a sarılın diyor. Meselâ şurada otuz kişi varız. Diyelim ki bu âyet şu anda bize otuzunuz birden bu kitaba sarılın dedi. Peki bu otuzunuz birlikte sarılından kasıt ne? Otuzunuz birleşin ve buna sarılın. E peki ben sarılmadım siz ne yapacaksınız? Yirmi dokuzunuz sarılacaksınız. Peki yirmi dokuzumuz yamuk davrandık diyelim sen ne yapacaksın? Sen başka çaren yok yalnız sarılacaksın değil mi? Başka ne yapacaksın da? Yâni Kur’an’a sarıl-ma işi bir kişinin işi değil, bir kişi bunu beceremez, on kişi olmaz, yüz kişi olmaz, efendim bin kişi olacaktır diye bir âyet var mı? Veya bu âyette böyle bir mânâ var mı? Mümkün değil bu âyette böyle bir anlam yoktur. Peki o zaman hepinizden kasıt ne? Kaç kişi olunca sarılacağız o zaman?

Tamam kardeş, ben kardeşin dediğini çok iyi anladım. Ayrıca onu bana şerh etmenize gerek yok. Şimdi ben de size soruyorum: Söyler misiniz bana Kur’an’a sarılmada bir topluluk, bir sayı mı lâzım? Tamam söylüyorlar, söylüyorlar da hiç bu tarafını anlatmıyorlar. Haydi anlatsınlar da bir tür anlayalım yâni bunu. Kur’an’a toptan sarılın, hepiniz birlikte sarılın. Müslümanlığı kabul ettiğini iddia eden insanlara hepiniz buna sarılından kasıt, bu işi hepiniz yapacaksınız demektir.

Öyle değil mi? Meselâ "Yarın Ankara’ya gidin!” Kim, hepimiz mi? Evet hepiniz gidin. Peki ne demek bu? Hepiniz birlikte gidin anlamına gelebileceği gibi, herkes gitsin de nasıl giderse gitsin anlamına da gelecektir. Ve doğrusu da budur zaten. Bu söze herkes evet de dese, yarın bir tek ben gitsem tamam benimki doğrudur. Ankara’ya birlikte gidin mi? Âyet bunu da söylüyor mu? Hayır birlikte gidini söylemiyor. Yâni Kur’an’a birlikte sarılın. Kaç kişi birlikte sarılalım? O zaman bu soruyu soracağız. Kaç kişi birlikte? Dese ki âyet yanındakiyle birlikte. Öyle de dememiş bakın. Yanımdakiler sarılmayınca ben de işimi gücümü bırakıp gel ya, sen de sarılmalıydın diye onu anlatmaya başlayacağım. Ona sarılmayı bırakacağım da insanları gel buna birlikte sarılacakmışız diye anlatmaya yöneleceğim.

Eh yine bu kitabımızın şehâdeti ve beyanıyla kıyâmete kadar bu kitaba sarılmayacak insanlar olacağına göre benim işim hiç bitmeyecek ve bu kitaba sarılacak zamanım da olmayacak.

Meselâ gelin şu yemeği birlikte yiyelim. Tamam birlikte yiyelim, ama hiç kimse kabul etmiyor. Hiç kimse yanaşmıyor o yemeği yemeyi. Sadece bir ben varım, ne yapacağım o zaman? Kaç kişi birlik yiyeceğiz? Sonra bunun sınırı ne? Kaç kişi beraber olmalıyım? Bu insanlar yanaşmıyorlar benimle beraber olmaya. Gelsinler beraber sarılalım haydi. Herkes ne diyecek o zaman? Tamam herkes gelsin benimle beraber olsun. Gelin birlikte sarılalım. Yıllardır çağırıyoruz bu insanla-rı. Hani kim geliyor?

Öyleyse arkadaşlar şu, mevcut birleşelim sözü İslâm’da yoktur. Öyle bir birleşme olmaz. Herkes diyor ki gelin birleşelim. Peki nerede birleşeceğiz? Onun anlayışında, onun cemaatinde, onun liderliğinde, onun emirliğinde. Hayır böyle bir birleşme olmaz. Neyle birleşelim olur? Nerede birleşelim olur? Kur’an’la birleşelim olur, Kur’an’da birleşelim olur. Mesele bu değil mi zaten? E şimdi ben bununla bileştim mi, sen de bununla birleştin mi tamam biz bir ve beraber olduk de-mektir. Peki cemaat olmayacak mıyız? Cemaat olamaya engel mi bu âyetler? Hayır, cemaat olmaya engel âyet olmaz.

Arkadaşlar İslâm cemaat ister. İslâm cemaattan yanadır. Kaç tane müslüman varsa onlar hepsi bir cemaattır. Yeryüzünde Allah’ın dinine sahip olduğunu iddia eden, Allah’a iman ettiğini iddia eden, ben de müslümanım diyen bütün insanlar cemaattır. İslâm cemaatinin üyesidir.

Ve işte o cemaata Kur’an diyor ki haydi Kur’an’a sımsıkı sarılın, hepiniz sarılın. Öyle bir grubunuz Kur’an’a sarılsın, Kur’an’la beraber olsun, Kur’an’la meşgul olsunlar, din adamları gibi, ama bir kısmı da başka şeylerle meşgul olsunlar değil. Ey cemaat, ey İslâm cemaatı siz hepiniz Kur’an’a sımsıkı sarılın demektir bu. Böyle yapınca, herkes Kur’an’a sarılınca cemaat olmaz mı? Cemaat oldun zaten. Müslüman oldun mu cemaat oldun zaten. Müslüman oldu mu bir kişi, artık o İslâm cemaatının bir üyesidir. Allah’ın Resûlü tek başına sarıldı Kur’-an’a, sonra Hatice’yle iki kişi oldu İslâm cemaatı, Aliyle üçe çıktı, Ebu Bekir’le dörde çıktı ve bugün bu cemaat dört milyara çıktı. Bir adam müslüman oldu mu o cemaatın içindedir. Bir daha yeniden cemaat kuracaksın yok yâni. İslâm’da yok bu. Cemaat içinde bir daha cemaat tefrikadır. Müslüman oldu mu bir adam Hz. peygamberden beri oluş-turulan İslâm cemaatının üyesidir. Dinden çıktı mı da bu cemaattan ayrıldı demektir. İrtidat etti demektir.

Şu anda dünyadaki İslâm cemaatı imamsız, camisiz ve ezansız bir cemaattır. Ama halîfe liderliğinde camisi, mescidi, ezanı, kitabı olan bir cemaat olmak zorundayız. Ama bu tüm İslâm âlemi içindir. Sadece burada olmaz bu iş. Burada seçtiniz mi onun dâveti bütün İslâm âlemine ulaşması lâzım. Eğer o imamın mesajı, dâveti sana ulaş-mamışsa dolayısıyla senin ona bağımlılığın da yoktur. Şimdi meselâ ben burada seni seçtim, sen nesin yâni? Ne ifade ediyorsun? Benim temsilcimsin o kadar.

Meselâ Konya’daki müslümanlar beni temsilci seçseler ve Kayseri’deki müslümanlara gönderseler, gelin bak biz müslüman olduk siz de müslüman olmak istiyorsanız bizden haberdar olmak zorundasınız diye bir teklifle gidiş yok ki. Onlar da deseler biz de müslü-manız, bu sefer Konyalı ve Kayserili müslümanların bir başkanı olur. Hani nerede o? Bu cemaatları birleştireceğiz. Bu cemaatların oluşları, fonksiyonları birleşmeye engel zaten. Birinin bir dükkanı var, öbürünün de var, birleşiyorlar ikisinin üçünün bir dükkanı oluyor ve söz sahibi biri oluyor. Şu andaki müslümanların birliği bu. Ticari birlik gibi yâ-ni. İsterse herkes dükkanını birleştirsin buna diyeceğimiz yoktur ama bu İslâm birliği değil ben onu demek istedim. Ne diye bir araya geleceğiz? Tek başına yapamadığımız hangi iş bizi buna zorluyor? Onu bir bilelim değil mi? Para kazanmak için, parti kurmak için veya dergi çıkarmak içinse buna İslâmî mânâda cemaat denmez yâni.

Kardeşim bak ben sana soru soruyorum. Hangi âyet düşün-dürttü sana bunu? Hangi âyeti pratize ederken zorlandık da buna mecbur hissettik kendimizi? Eğer Âl-i İmrân’ın bu âyeti ise bana öyle demedi bu âyet. Kur’an dışı kaynaklı problemleri Kur’an’a çözdürmeye çalışıyoruz gibi geliyor. Yıllar yılı müslümanların teşkilatları anlatıldı, partileri anlatıldı ve bu çalışmaların müslümanlıkla ilgisi de bu âyetle kuruldu. Yâni âyetten hareketle yaşayış değil de yaşayışa uygun bulunan âyet gibi oldu. Yâni yıllar yılı müslümanların teşkilatları anlatıldı, buna delil istendi İslâm’dan ve bu âyet gösterildi. Değilse bu âyet hiç anlatılmadı bugüne kadar müslümanlara. Allah aşkına söyleyin bu âyeti kendi başına okuyan hiç hoca duydunuz mu? Üstelik âyetin tama-mı da okunmaz, sadece baş tarafı okunur. Böyle olunca bu âyet anlatılmadı müslümanlara.
Kur’an’ın tümüne sarılın, ya da Kur’an’a tümünüz sarılın. Ama bu birbirinizi bekleyin de öyle sarılın demek değil. Meselâ büyük bir ağaç kaldırılacak. Denildi ki bu ağacı kaldırın. Hepimize bir emirdir bu. Bu emri ben kendime bir emir kabul edersem gidip kaldırırım, kaldırmaya çalışırım. Ben bunu kendime bir emir kabul edip var gücümle kaldırmaya çalışmışım ama gücüm yetmemiş kaldıramazmışım. Eh o beni ilgilendirmez ki, ben kaldırmaya uğraşırım. Eğer sen de, sen de bu işi kendine emir biliyorsan, siz de gelirsiniz ve yardımlaşırız o za-man. Ama yine de yapılan iş nedir? Herkes kendi kaldırır değil mi? Yâni ben kendi imanımla, kendi samimiyetimle, kendi kaldırmamla sorumluyum ve diğerleri de aynısıyla sorumludur diyoruz.
Allah’ın ipinin tümüne birden sımsıkı sarılın ve tefrikalaşmayın. Allah’ın kitabıyla tefrikalaşmayın. Allah’ın kitabından ayrılmayın. Kitap-la tefrikalaşmayın, kitapla ayrışmayın. Kitabı kendinizden, kendinizi kitaptan ayırmayın. Sürekli kitapla beraber olun.

Şimdi tekrar peygamber hadisine dönelim. Ne diyordu Allah’ın Resûlü? Kur’an gökten yeryüzüne indirilmiş bir iptir ve ona sımsıkı sarılın diyordu Allah’ın Resûlü. Bakın burada da deniyor ki sakın ondan ayrılmayın. Buna sımsıkı sarılın ve bundan ayrılmayın. Değilse birbirinize sımsıkı sarılın ve birbirinizden ayrılmayın değil mânâ. Ama yıllar yılı hep öyle anlatılmış, hep öyle anlamadan yana bir tavır sergilenmiş. Aman ey müslümanlar, birbirinize sımsıkı sarılın ve sakın tefrikalaşıp birbirinizden ayrılmayın şeklinde anlaşılmış.

Arkadaşlar bu âyetten bu mânâ, birbirinize sımsıkı sarılın anla-mı hiç çıkmıyor. Yâni gerçekten çok tuhaf bir şey. Meselâ bu otobüse binin ve ondan hiç ayrılmayın, demek gibi bir laftır bu. Yâni otobüse bindiyse, otobüsten inmezse adam zaten otobüsten ayrılmaz. Öyleyse eğer ben bu kitaba sarılmışsam bundan ayrılmamalıyım. Benim bu kitaptan ayrılığım reddediliyor. Fırka olmak demek, Kur’an’la fırkalaşmak demektir. Yani hayatta Kur’an bir yan ben bir yan olmam demektir. Kur’an bir vadide, ben başka bir vadide yaşıyorum demektir. Kur’-an’dan kopuk bir hayat yaşıyorum demektir ki işte menedilen budur. Değilse birbirimizle fırka zaten olacağız.

Hani Beyyine’de deniliyordu ki: İnsanlara beyine ulaşınca kitap ve sünnet ulaşınca, onlar ikiye ayrılacaklar, ya şerru’l beriyye veya hayru’l beriyye olacaklar. Zaten Kur’an insanları ayırmak için gelmiş. Kur’an’la insanlar ayrılacaklar. Kur’an’la kimileri saparken kimileri de yol bulacaklar. Kur’an’ın ayırdığı insanla ben mecburen ayrılacağım. Ne yapayım ki ben bununla ayrılmayacağım? Kur’an’ın ayrıl dediği insanla benim beraberliğimin ne anlamı var? Ne yapacağım da onunla tefrikaya düşmeyeceğim?

Meselâ şuradaki arkadaşlarımızdan hepimiz beraber bir konu-da vahye dayanmayan, ama diğer vahyi bilgilerimizin senteziyle, analiziyle bir fikre ulaşmıştık. Meselâ karar verdik ki yarın hemen bir teşkilat kuracağız veya hemen bir gazete çıkaracağız, demiştik diyelim. Sonra Kur’an okumaya devam ettik ve okuduğum bu son bölümle anladım ki bu yanlışmış, anladınız ki bu yanlışmış, ama farz edin ki şu arkadaş bunu anlamadı, hayır illa da bu olacak diye diretti. Peki şimdi ben ne yapacağım? Ondan ayrılmayacağım mı? Mecburen ayrılacağım, ama ben neden ayrılmayacağım? Bundan, bu kitaptan ayrılmayacağım.

İşte tefrikaya düşmeyin derken istenen budur. Yâni bununla tefrikalaşmayın demektir. Birbirimizle tefrika mecburen olacak, hattâ Allah’ın Resûlü buyuruyordu ki ihtilâf oluverince sizin yapacağınız iş sünnete müracaat etmektir.

Cenâb-ı Hak da Nisâ sûresinin 59. âyetinde öyle diyordu:
"Ey İnananlar! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden emir sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah’a ve âhiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah’a ve peygambere bırakın.

Aranızda her hangi bir konuda bir ihtilâf, bir niza, bir anlaşmaz-lık söz konusu olursa meseleyi Allah ve Resûlüne arz edin. Bir şey Allah ve Resûlüne arz edince karşımıza üç durum çıkar:

1-) Ya bu arz edilen konunun reddi karşımıza çıkar, yâni böyle bir konunun İslâm’da yeri yoktur der ve ikimiz de susarız.

2-) Veya ikimizi de reddeder,

3-) Veya iki tarafı da kabul eder, ikiniz de doğrusunuz der, o zaman ha, seninki de doğruymuş benimki de doğruymuş arkadaş deriz.

Öyleyse mesele Kurana sarılmak ve ondan ayrılmamak, onunla tefrikalaşmamaktır. İşte bu âyette istenen budur bizden. Nitekim iki üç âyet sonra gelecek ve orada diyecek ki Rabbimiz; sakın ha şol kimseler gibi olmayın ki onlar tefrikaya düştüler,ayrıştılar, ihtilâfa düştüler, muhalif ve muhtelif oldular. İşte birbirinizden ayrılmayın emri orada gelecek. Burada Kitaptan kendinizi ayırmayın buyuruluyor. Evet tefrikalaşmayın bu kitapla, çünkü:

Şöyle bir hatırlayın, bir düşünün Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini. Birbirinize düşmandınız da, Allah sizin kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun yanında idiniz de, Allah sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.

Bir düşünün hele, Allah size bu son elçisini, bu son kitabını göndermeden önce ne haldeydiniz? Sizler birbirinize düşmandınız da, bir çöle, bir bataklığa, bir çıkmaza, bir dalganın içine, bir kavganın içine sürükleniyordunuz, gidişiniz ateşe, cehenneme doğruydu da Allah sizi bu gidişten kurtardı.

Bu âyetlerin gelişinden önce Evs düşmandı Hazrec’e, Hazrec kanlı-bıçaklıydı Evs’le. Her kabile birbirine düşmandı. Kimin kimi öldürdüğü, kimin kime düşman olduğu, kimin ne yaptığı belli değildi. Allah bir kitap ve bir peygamber gönderdi onlarla sizin kalplerinizi birbi-rine ülfet ettirdi de ateşten bir çukurun kenarından döndürdü sizi. Mekke’de, Medine’de ve tüm dünyada insanlık ateşten bir yarın kenarına kadar gelmişti. Tüm dünyada insanlar birbirlerini yemekle meşguldü. Menfaatleri sebebiyle insanlar sanki bir kurt gibi birbirlerine saldırır hale gelmişti. İşte böyle bir durumda rahmeti bol olan Rabbi-miz bir peygamber gönderdi, ona vahyini indirdi de insanlar kardeşler oldular. Gelmeseydi peygamber, inmeseydi vahiy nice olurdu bu in-sanlığın hali? İşte bir topluma Allah vahyiyle, peygamberiyle böyle hi-dâyet eder. İşte bir topluma Allah böyle acır. İşte bir toplumu böyle adam eder. Söyleyin, eğer Rabbimizin vahyi gelmeseydi bu insanlar kardeş olurlar mıydı? Ne büyük bir nimet değil mi bu?
Siz düşmanlardınız da Allah sizin kalplerinizi te’lif etti, ülfet kazandırdı, birleştirdi, yâni yakınlaştırdı, birbirinizle anlaşabilecek hale getirdi sizi. Arkadaşlar, gerçekten çok garip bir iş. Tam Allah’ın gücü-nü, kudretini, yüceliğini anlatan bir âyet, bir iş. Yâni şu anda bir adam-la kalbiniz ısınıveriyor. Nasıl oldu bu iş? Neden oldu? Bilmiyorsunuz ama ısınıyor işte. Birisiyle de birden soğuyorsunuz. Yıllarca can ciğer beraber olduğunuz biriyle de bir anda soğuyuveriyorsunuz. Diyor ki Allah işte hatırlasanıza sizin kalbinizi ben ısındırdım birbirinize de:
Böylece Allah’ın nimeti sayesinde sizler kardeş oldunuz. Fakat âyetin arkası gerçekten bize müthiş bir darbe indiriyor:
Ama hatırlasanıza, sizler bir ateş çukurunun hemen kenarında idiniz de oradan biz sizi kurtardık. Arkadaşlar, bizler şımarık insanlarız biraz. Karşımızdaki insanlar bizim yaptıklarımızı yapmak şöyle dursun, düşünemiyorlar bile. Onlara yaptıklarımızı anlatıyoruz anlayamıyorlar bile. Yâni bırakın yapmayı anlama boyutuna bile ulaşamamışlar diyoruz ve bizde o noktada biraz şımarıklık oluyor.

Ya da adam henüz bilmiyor, anlamıyor, anlayamıyor, yanlış yapıyor diye vurup geçiyoruz adama. Tekfir edip geçiyoruz adamı. Halbuki bir vakitler biz de öyle değil miydik? Bunu hiç hatırlayamıyoruz. Bir zamanlar bizler de Kur’an sünnetten habersiz bozuk düzen bir hayatın sahibi değil miydik? Nasıl dünümüzü unutuyor da dünkü bizim durumumuzda olanları silip geçebiliyoruz?

Veya düşünün ki şu anda biz yarın düzelteceğimiz konuda onunla aynı durumdayız. O, o konuda öyleyse, biz de öteki konuda aynı durumdayız. Ee öyleyse biraz insaflı davranalım. Meselâ eğitim ayrı şeydir, İslâm’ın çizgisine girdikten sonra ceza vermek ayrı şeydir de, ilgiyi kesme noktasında diyorum ben. Meselâ, yeni İslâm’a kazandırdığımız birisi verdiği bir sözü tutmasa aldırış etmeyiz, yenidir deriz ve affederiz. Adam söz verir gelmez, bir daha gideriz, anlamaz, bir daha anlatırız, yan çizer bir daha uğraşırız filân. Ama üç-beş sene beraber olduktan ve bu işi anladıktan sonra gelmedi mi tamam canına okuruz. E tamam uyaralım ama canına da okumayalım yâni.

Değil mi? Uyaralım, yapma diyelim, bak bu nifak alâmetidir diyelim, imanını tehlikeye götürüyorsun diyelim ayrı şey. Yâni uyarıdan hiç vazgeçmeyelim çünkü o bizim kardeşimizdir, onun cehenneme gidebilme olasılığına hiç göz yummayalım, ama onun dışında da hepten silivermeyelim, atıvermeyelim, vuruvermeyelim.

Bilelim ki bir vakitler biz de öyleydik. Ya da biz de, kimi düzelti-lecek konularda hâlâ öyleyiz. Elbette o hep öyle sürecektir. Yâni bizim de eksikliğimiz olabilecektir. Demek ki ateş çukurunun kenarındaydınız da Allah sizi kitabı ve peygamberiyle ondan kurtardı.

Arkadaşlar, şu anda bizler, şu anda tüm dünya insanlığı bu nimete ne kadar muhtacız değil mi? İşte şu anda bizler de parça parçayız. Şu anda tüm dünya insanlığı düşmanlıklar içinde, birbirlerini yiyecek bir duruma gelmişler. Kardeşin kardeşe, babanın evlâda hayrının olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bir uçurumun kenarında bulunuyoruz. Tıpkı bu âyetlerin gelmesinden önceki günlerine döndü insanlık. Ama işte şu anda o insanları kardeş yapan, o insanları dirilten Allah’ın âyetleri hâlâ aramızdadır. Allah’ın âyetleri hâlâ canlıdır. Rasûlullah efendimizin sünneti bilgi olarak aramızdadır.

Öyleyse gelin ey insanlar, dünküler gibi Allah’ın bu âyetlerine sarılalım. Allah’ın kitabına sarılalım. Kendimizi bir an olsun kitaptan, kitabı da kendimizden ayırmayalım. Kitapla birlik olalım. Kitapla tefrikalaşmalarımıza bir son verelim. Peygamberle birlik olalım. Bu kitaba ve peygambere sarılan o insanlar nasıl kardeş olmuşlar, nasıl hidâyet bulmuşlar, nasıl uçurumun kenarından dönmüşlerse, nasıl yeryüzünün en azîz ve şerefli insanları haline gelmişlerse, dünyada zillet ve meskenetten, âhirette de cehenneme gidişten nasıl kurtulmuşlarsa, gelin bizler de tıpkı onların yaptıkları gibi uçurumun kenarında bize el uzatan şu çağrıya, şu kitaba, şu peygambere evet diyelim.

Gelin akıllarımızı başlarımıza alalım da vakit geçmeden yeni-den Allah’a dönelim. Yeniden kitaba dönelim. Yalnız Allah’ı Rab bilelim. Birbirimizi Rabler, kullar edinmeyelim. Hepimiz kullar olarak Rab-bimizin dâvetine yönelelim. Allah’ı bırakıp da başka başka yollara git-meyelim. Allah’a Allah’ın istediği kulluğa yönelelim de cennete giden yolda Rabbimizin rahmeti bize de gelsin. Rabbimiz bize de acısın ve bizi kardeşler yapsın.
İşte Allah âyetlerini böylece açıklıyor. Dün onlara âyetlerini açıklayan Allah bugün de bize açıklıyor. İşte Allah böylece âyetlerini ayan beyan hale getirir belki siz böylece hidâyet bulur, yol bulursunuz diye. Elverir ki bizler bu açıklananlara kulak verip yol bulalım.
Besairül Kuran Ali Küçük


Yorum: Hablullah Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi

Muhammed
HABLULLAH Sözlük Anlamı Nedir Hakkında Kısa Bilgi

Okudunuz mu?  Kehf Suresi Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi

(حبل الله)
Genellikle Kur’ân-ı Kerîm’i ifade ettiği kabul edilen bir Kur’an tabiri.

Sözlükte ip, bağ; sebep, vasıta; damar gibi mânalara gelen habl kelimesi mecazi olarak ahid, zimmet, eman anlamlarında da kullanılmaktadır (Lisânü’l-ǾArab, ĥbl md., Tâcü’l-Ǿarûs, ĥbl md.).

Habl Kur’ân-ı Kerîm’de ikisi çoğul (hibâl) olmak üzere yedi yerde geçmektedir. Bunlardan üçü ip (Tâhâ 20/66; eş-Şuarâ 26/44; Tebbet 111/5), ikisi ahid ve zimmet (Âl-i İmrân 3/112), biri de damar (Kāf 50/16) mânasında kullanılmıştır (İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 242). Âl-i İmrân sûresinin 103. âyetinde geçen hablullah ise bütün müfessirlerce mecazi bir ifade kabul edilmiş ve şöyle yorumlanmıştır: Bundan maksat Allah’ın kitabıdır. Kur’an, tıpkı derin bir çukura düşmüş insana tutunup kurtulması için yukarıdan sarkıtılan ip gibi semadan arza uzatılmış bir hidayet nurudur. Başka bir açıklamaya göre ise Kur’an, insanın tehlikeli bir yolda yürürken düşmemek için tutunup güvenlik içinde ilerlemesini sağlayan bir emniyet bağıdır. Ona sarılan tehlikeden ve helâk olmaktan kurtulur, selâmete ulaşır (Zemahşerî, I, 450; Fahreddin er-Râzî, VIII, 162-163; Âlûsî, IV, 18-19; Elmalılı, II, 1153-1154).

Okudunuz mu?  Tevrat Nedir? Tevrat hakkında Ansiklopedik bilgiler

Allahın ipi, hablullah ne demek, hubbullah ne demek

Bu kategoride yer alan Had Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
Ξ Bir cevap yazın

Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Ders Kitabı TIKLA! Sınıf Ders Kitabı Cevapları TIKLA! Akrostiş Şiir
Forum Duası Copyright © 2007-2023
Gizlilik Politikası İletişim

Hablullah Nedir? Hakkında Ansiklopedik Bilgi Başlıklı Yazımızın Yanında Websitemiz İslami bilgilerden, Dini Sorular, Cevaplar, Hac, Meal, Cennet, Cehennem, Farz, Sünnet, Hanefi, Şafii, Rüya yorumları, Gusül, Abdest, İmanın şartları, Namaz, Oruç, Kuran Sureleri, Ayetleri, Hadis, Dualar, İslamda Aile Tavsiyeleri, Kadın İle İlgili Konular, İbadet, İman, Mezhep, Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli, İslamın Şartları, Diyanet, Eğitim, Sohbet, Arapça, Hayırlı Geceler, Zekat, Mahrem Sorular, Evlilik, Sahabe Hayatları, Salavat,Dini Hikayeler, Günah, Helal, Haram, Tecvid, Yemin, Sadaka, Siyer, Fıkıh, Ahlak Gibi Konular İçermektedir.