23-
وَ اسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدْ اِمْتَلَاَتْ
مِنْ الْمَحَارِمِ وَ الْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
Ve'stefrigi'd-dem'a min aynin kadi'mteleet
Mine'l-mehârimi ve'l-zem himyete'n-nedemi
Gözlerinden yaşlar dök ki zâten haramlarla doluydu..
Sadece pişmanlık için dikkatli olman yetmez dahası lazım!
Özüne bir vakitler doldurduğun türlü türlü haramları kanlı göz yaşınla boşalt!
Kaldı ki bu da yetmez pişmanlık perhizine girmelisin bu çok lazım sana!..
Maharim : (Mahrem. C.) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler.
Himye : Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve dikkat.
Nedem : Pişman olma, nedamet, pişmanlık.
Elzem : Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. * Küçük parmaklı.
24-
وَ خَالِفِ النَّفْسسَ وَ الشَّيْطَانَ وَ اَعْصِهِمَا
وَ اِنْ هُمَا مَحَضَاكَ النُّصْحَ فَاتَّهِمِ
Ve hâlifî'n-nefse ve' ş-şeytâne va'sıhimâ
Ve in hümâ mehadâke'n-nusha fet-tehimi
Şeytana ve nefsine uyma!
İkisine de baş kaldır, isyan et!..
Eğer sana akla uygun nasihatlar etseler bile ikisini de suçla!
Sakın nefsine ve şeytana muhalefet etmekten vaz geçme!
Her emirlerine isyan et!
Onların aklına uygun ve haklı gibi gelen vesveselerini iyi incele ki içinde seni saptırıcı gizlidir!
Onlardan hayır gelemez bil ve peşin peşin suçla!
İkisinin de aslî işleri olan seni hüsrana sürüklemek kabahatleri ile töhmet et!
Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.
Me’haz: Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.
25-
وَ لاَ تُطِعْ مِنْهُمَا خَصْماً وَلاَ حَكَماً
فَاَنْتَ تَعْرِفُ كَيْدَ الْخَصْمِ وَ الْحَكَمِ
Velâ tutı' minhümâ hasmen velâ hakemen
Fe ente ta'rifü keyfe'l-hasmi ve'l-hakemi
Nefsine ve şeytana asla itâat etme!
İkisi de, ister hasım olsunlar ister hakem!
Sen bilirsin ki onlar hilelerin hasımı ve hakemidirler!
Sen sakınnefsine ve şeytana uyma!
Hasım da olsalar, hısım da olsalar, hakem de olsalar sahtekârlık içindir.
İşin içinde bir kötülük tuzağı kurmuşlardır!
Şeytana uyan nefsin kime tapacağı sana bildirildi ve yasaklandı:
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
“Elem a'hed ileyküm ya beni ademe el la ta'büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn . Ve eni'büduni haza siratum müstekiym : Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi?” (Yâsîn 36/60-61)
Ve sen çok iyi bilmektesin ki kimlere itâat edecektin:
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve etiy'ullahe ver rasule lealleküm türhamun : Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-i İmrân 3/132)
Hasm : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Hakem : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Keyd : Tuzak. Kötülük, hile.
Hısım : Akraba, yakın.
26-
اَسْتَغْفِرُاللّهَ مِنْ قَوْلِ بِلاٰ عَمَلِ
لَقَدْ نَسَبْتُ بِهِ نَسْلً لِذِى عُقُمِ
Estagfîrullâhe min kavlîn bilâ amelin
Le kad nesebtü bihî neslen lizî ukumi
Her amelsiz sözümden Allah’a estagfirullah!
Kısır ile soyu olanı nisbet etsem ona tam uyar!
Amelsiz söz-imandan Allah’a sığınır bağışlanmamı dilerim!
İşe dönüşmemiş boş sözlerime güvenişim, kısır biriyle soyu-sopu olan birini kıyaslamaya benzer ki tam bir şaşkınlık!
İstiğfar : (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Akîm : Neticesiz, sonu yok. Beyhude. * Yağmur getirmeyen rüzgar. * Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
Nesl : Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak. * Halk. * Çocuk hâsıl etmek.
Nisbet : Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü. * Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.
27-
اَمَرْتُكَ الْخَيْرَ لاَكِنْ مَا اَتَمَرْتُ بِهِ
وَ مَا اَسْتَقَمْتُ فَمَا قَوْلِي لَكَ اَسْتَقَمِ
Emertüke'l-hayre lâkin mâ'temertü bihî
Ve me'stekamtü femâkavlî leke's-tekami
Ey kardeş!
Sana hayrı emrettim, ama ben kendim onu emir edinmedim!
Kendim istikamet üzere olmadım, ama sana sözüm: “ İstikamet üzere ol!” idi..
Ben herkese hayrı işlemeyi emrettim!
Lâkin kendime hayrı işlemeyi emretmedim ne yazık!
Sana sözüm hep: “Dosdoğru yol budur!” oldu.
Ama ben Hakka teslim olup istikamet edemedim!
İstikamet : Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek. * Allah'a kulluk etmek. * Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması. * Yön, cihet.
28-
وَلاَ تَزَوَّدْتُ قَبْلَ الْمَوْتِ نَافِلَةً
وَ لَمْ اُصَلِّ سِوٰي فَرضٍ وَ لَمْ اَصُمِ
Velâ tezevvedtü kable'l-mevti nâfîleten
Velem usalli sivâ farzın velem esumi
Ölmeden önce nafilelerden kendime azık hazırlamadım
Farzdan başka namaz kılmadım oruç tutmadım!..
Ölüm gelip çatmadan yol azığı hazırlamadım.
Sadece elden geldiğince farz namaz ve oruçla yetindim.
Oysa İlâhi fermanı duymuştum:
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38)
Tezevvede : Azık hazırlmak, azıklanmak.
Farz : * Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
İbniabidin