Kaside-i Bürde Arapça ve Türkçe Anlamı

Kaside-i Bürde Arapça ve Türkçe Anlamı

ehli-sunnet
I- Bölüm: Rasûlullah (sav) Aşkı

KASÎDE-İ BÜRDE

I- Bölüm: Rasûlullah (sav) Aşkı

.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

1-

اَ مِنْ تَذَكُّرِ جِيراٰنٍ بِذِي سَلَمِ
مَزَجْتَ دَمْعاً جَرٰي مِنْ مُقْلَةٍ بِدَمٍ

E min tezekküri cirânin bir zî selemin,
Mezecte dem’an cerâ min mukletin bir demin.

Selem’deki yâranlarını-dostlarını mı hatırladın da,
Gözünden akan gözyaşına kanını katıp karıştırmaktasın?
Kanlı göz yaşı dökmektesin!

Muhammedî Aşk’ın muhabbet meşkini ve neş’esini çileler içinde yaşayan İmam-ı Busirî;
Tecîd-i Bedi’ sanatını kullanarak, konuşulan iken konuşan yerine geçip bizlere o yüce pencereden ve Resûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)’ de eriyen kendi benliğinin dışında, Efendimizi dinletmekte…
Muhammedî ezel bizliği içinde sanki kendisi de Selemdeki Ashab-ı Güzün içinde imiş de şimdi hasretini çeken bir âşık gibidir.
Gözünün yaşına özünün kanını mezcedip katması çileli ömrünün gerçeği olup bir hayal ürünü de değildir.

Selem : Resûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in Medine-yi Münevvere’de zaman zaman sahabeleri ile birlikte buluşup hoş sohbetler ettikleri ağaçlık ve soğuk sulu kuyusu olan bir mesire yeri.
Tecrid : Açıkta bırakmak. Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah’a (C.C.) yönelmek. Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. Soyma, soyulma.
Bedi’ : (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.

2-

اَمْ هَبَّتِ الرِّيحُ مِنْ تِلْقٰآءِ كٰاظِمَةٍ

وَ اَوْمَضَ الْبرْقُ فِي الظَّلْمَاءِ مِنْ اِضَمٍ ٍ

Em hebbeti’r-rîhu min tilkâi kâzimetin
Ve evmeda’l-berku fi’z-zalmâi min idamin

Yoksa, o şerefli şehir Medine-yi Münevvere tarafından bir rüzgâr mı esti?
Yoksa, zifiri karanlık içindeyken İzam Dağı’ndan bir şimşek mi çaktı geçti?

Yoksa senin sıkıntıdan daralan sînene, Muhammedî Merkezden, gönülden gönüle umut akıtan bir Bâd-i Sâbâ mı esti?
Veya, içini saran ve içinden çıkılmaz sandığın korku ve umutsuzluk karanlığı içindeyken, Kalb Dağından Nur-u Mîm mi şimşek gibi parladı?

İzam :Medine-yi Münevvere yakınında bir dağ ismi. İzam Dağını bulutlar sarıp şimşekler çaktığında Medine-yi Münevvere’ye yağmur yağacak demek imiş..
Kâzime : (C.: Kezâyim) Yanında bir kuyu daha olup bundan ona, ondan buna su geçen kuyu. Büyük şehir.

3-

فَمَا لِعَيْنَيْكَ اِنْ قُلْتَ اكْفُفَا هَمَتَا
وَمَا لِقَلْبِكَ اِنْ قُلْتَ اسْتَفِقْ يَهِمِ
Femâ liayneyke in kulte ekfüfâ hemetâ
Ve mâ likalbike in kulte estefik yehimi

Gözlerine ne oldu böyle ki ağlama artık! dedikçe coşuyor
Gönlüne ne oldu böyle ki yapma artık! dedikçe gamı tasası artıyor…

Kafa gözlerine ne oldu ki:
Ağlamayı bırak! dedikçe coşmakta..
Kalb gözüne ne oldu ki:
Yapma! dedikçe hıçkırıklara boğulmakta ve öz yaşını göz yaşı eylemekte..

4-

اَيَحْسَبُ الصَّبُّ اَنَّ الْحُبَّ مُنْكَتِمٌ
مَا بَيْنَ مُنْسَجِمٍ مِنْهُ وَ مُضْطَرِمٍ
E yahsebu’s-sabbu ennel-hubbe münketimun
Mâ beyne münsecimin minhü ve muztarimin

Gönülden bağlanıp, çok sevip özleyen âşık zanneder mi ki muhabbet hiç gizli kalır!
Âşığın kafa ve kalbi arsındaki bu fıtrî tertib ve alevlenme oldukça…

Durmadan başından aşk ateşi dökülen âşık, sanıyor mu ki kara sevdâ saklanır!..
Kaldı ki zâhir başı ile bâtın gönlü arasındaki insicamın ve bu yangının sebebi, delili, habbesi-tohumu hep o aşktır..

İnsicam : Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. Devamlı yağmur yağmak. Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
Muztarim : Alevlenen, ıztıram eden.

5-

لَوْ لَا الْهَوٰى لَمْ تُرِقْ دَمْعاً عَلَى طَلَلٍ
وَ لَا اَرِقْتَ لِذِكْرِ الْبَانِ وَ الْعَلَمِ
Levlâ’l- hevâ lem turık dem’an alâ talelin
Ve lâ erikte zikri’l-bâni ve’l-alemi

Bu aşk olmasaydı harâbelerde ağlayıp durmazdın
Bân Ağacı ve Âlem Dağını andıkça ukuyu terk etmezdin.

Eğer bu aşırı düşkünlük başında olmasaydı, bu sevdâ hevâsı ve aşk fırtınası böylesine esmeseydi sen virânelerde kanlı göz yaşı döker mi idin?
O eski günlerin Bân Ağacını ve Âlem Dağını andıkça geceler boyu uykusuz kalır mıydın?

Hevâ : Aşırı düşkünlük. Aşk.
Talel : Harabe. Virâne.
Bân Ağacı : Arabistanda yetişen çok güzel bir ağaç, sevgilinin boyu ona benzetilmiştir. Bizdeki Selvi boylum gibi.
Âlem : yüksek dağ anlamında olup; Hıra dağı, Sevr Dağı, Uhud Dağı kasdedilmiş olabilir ki hepsininde Resûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)’de derinizleri ve hatıraları vardır.

6-

فَكَيْفَ تُنْكِرُ حُبّاً بَعْدَ مَا شَهِدَتْ
بِهِ عَلَيْكَ عُدُولِ الدَّمْعِ وَ السَّقَمِ
Fe keyfe tunkiru hubben bâ’de mâ şehidet
Bihî aleyke, udûli’d-dem’ı ve’s-sekami

Artık bundan böyle aşkı nasıl inkar edebilirsin ki,
Yüzündeki zâhirî sakem ve özündeki-gözündeki bâtınî kanlı göz yaşın, aşkın şahidi ve senin için bir değer yargısı kıymeti iken?

Yaşanmamış olan, yalandır.
Yaşanmış bir aşkı nasıl unutabilirsin sen?
Aşkın şahidi sensin!
Uykusuz gecelerde bitkin bedenin!
Bitmeyen acıların ve devâsı dert olan aşk derdin!
Özüne işleyen aşkın değeri ve şâhidi, akan-yüzünü yakan sıcak göz yaşların iken aşkı inkar mümkün mü?

Udul : Eş, misl. Kıymet. Yükün yarısı.
Sekam : Maraz, hastalık. Aşk izi çöküntüsü…

.
7-

وَ اَثْبَتَ الْوَجْدُ حَطَّىْ عَبْرَةٍ وَ ضَنَى
مِثْلَ الْبَهَارِ عَلَى خَدَّيْكَ وَ الْعَنَمِ
Ve esbete’l-vecdü hattay abretin ve danâ.
Misle’l-behârı alâ haddeyke ve’l-anemi.

Bu yüce aşk kendini, özündeki aşk acısı ve yüzündeki göz yaşı yarıkları ile sabitledi ve itibarlı kıldı.
Yanaklarında yeşil bahar ve kızıl güller misali izi var…

Bu aşkın değil unutulması silinmesi bile mümkün değil.
Öyle ki;
İç âlemindeki ana zannın oldu!
Dış âleminde göz yaşı derelerin oluştu!
Yanaklarında yedi renk bahar misli aşk!
Ne var ki çilekeş Anem Ağacının kızıl gülleri gibi kan damlaları kurumuş al gül olmuş yanaklarında…

Vecd : Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Esbete : Sabit, payedâr ve itibarlı eylemek.
Hatta : Yüzde işaret çizikleri atmak.
Aberat : (Abre. C.) Göz yaşları.
Anem : Arabistanda Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur.

.


Cevap: Kaside-i Bürde Arapça ve Türkçe Anlamı

ehli-sunnet
8-

نَعَمْ سَرَى طَيْفُ مَنْ اَهْوٰى فَاَرَّقَنِى
وَ الْحُبُّ يَعْتَرِضُ الْلَذَّاتِ بِالْاَلَمِ
Neam serâ tayfü men ehvâ fe-errekani
Ve’l-hubbu ya’terizu’l-lezzâti bi’l-elemi

Beni geceleri uykusuz bırakan O sevgilini hayali!
O’nun aşkı ve elemi tüm lezzetlere i’tiraz edip engelleyen!..

Evet, beni geceleri uykusuz bırakan;
Benim için kara sevdâ tayfı olan ve sadece kendisi gözüken tek sevdâ olan Yâr’in hayali…
Ve o aşk ki ve onun verdiği acı-elem ki tüm lezzetlerimin önünü kesmekte…
Artık aşktan başka tad tanımamaktayım ben!..

Tayf : Hayâl. Uykuda veya karanlıkta gözde tecessüm eden şekiller. Gül. Kavs-ı kuzah. Gökkuşağı.
Ehvâ : (Heva. C.) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler. Kasdetmek. Atmak.
I’terada : Bir şeye engel olup arız olmak.

9-

يَا لاَءِمِى فِى الْهَوَى الْعُذْرِيِّ مَعْذِرَةً
مِنِّى اِلَيْكَ وَلَوْ اَنْصَفْتَ لَمْ تَلُمِ
Yâ lâimî fî’l-hevâ’l-uzriyyi mâ’zireten
Minnî ileyke ve lev ensafte lem telümi

Ey benim, Üzriyy gençleri gibi ateşli aşkımı kınayan kişi,
Eğer sen özümdeki aşk özrümü bilseydin beni kınamakta insaflı olurdun!

Ey benim ateşli ve şiddetli aşkımı kınayan aşksız kişi!
Keşke benim aşk ma’zeretimi biseydin de beni kınamakta insaf etseydin!

Lâim : (Lâime) Çekiştiren. Levmeden. Başkasını kötüleyen.
Uzriyy : Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.
Uzre : Benî Uzre, Özr Oymağı ki Yemende yaşayan bir kabile olup çok iffetli, yüksek duygulu ve kara sevdâlarıyla meşhur olmuştur. Çoğu gençlerinin ölümle biten aşkları darb-ı mesel olmuşlardır.
Ma’zire : (C: Meâzir) Özür etmek.

10-

عَدَتْكَ حَالِيَ لاَ سِرِّي بِمُسْتَتِرٍ
عَنِ الْوُشَاةِ وَلاَ دَاءِي بِمُنْحَسِمٍ
Adetke hâliye lâ sırrî bir müstetirin.
Ani’l- vüşâti ve lâ dâî bir münhasimin.

Bizden olmadığın hâlde hâlimi öğrendin!
Gizli sırrım kalmadı, aşkın bana ettiği bitme bilmeyen dertlerim üzerine!

Bu âşık hâlimi artık herkes bilmekte!
Kınayanların başkalarına jurnal edeceği bir şeyim yok artık!
Gizli sırrım da kalmadı bitmeyen derdim de…

Müstetir : (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.

11-

مَحَضْتَنِي النُّصْحَ لاَكِنْ لَسْتُ اَسْمَعُهُ
اِنَّ الْمُحِبَّ عَنِ الْعُذَّالِ فِي صَمَمٍ
Mehadteni’n – nusha lâkin lestü esmeuhû.
lnne’l-muhibbe ani’l uzzâli fî samemin.

Bana candan-gönülden nasihat etmektesin, lâkin ben onu duyamıyorum!
Zâten âşık kişi çok kınanmaya karşı sağırdır.

Bana temiz bir kalb ile sevgi besleyerek öğüt vermektesin, ancak ben onu duyamıyorum!
Elbette, gerçekten çok seven âşık, aşkından dolayı yüzüne karşı çok kınanansa bile bir sağır gibidir.
Aşkını, övseler de sövseler de fark etmez!
Öğüdü duyamayan nasıl öğüt tutsun!

12-

اِنِّي اَتَهَمْتُ نَصِيحَ الشَّيْبِ فِي عَذَلِي
وَ الشَّيْبُ اَبَعْدُ فِي نُصْحٍ عَنِ التُّهَمِ
İnnî e tehemtü nâsîha’ş-şeybi fî azelî,
Ve’ş – şeybü eb’adü fî nushin ani’t – tûhemi.

Kınandığım için bana nasihat eden ak saçlı yaşlıyı itham ettim!
Oysa o saç sakalı bu yolda ağarmış yaşlı, bana nasihatinden dolayı suçlanmaktan çok uzaktı..

Ben var ya ben!
Kınanmam hakkında bana dost öğüdü veren gün görmüş ihtiyarı kabahatli bulmuştum!
Hâlbuki bu ihtiyar nasihatleri yüzünden töhmet altına sokulmaktan çok uzaktı!

İtham : Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
Şeyb : İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç, sakal ağarması.
Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.


Yanıt: Kaside-i Bürde Arapça ve Türkçe Anlamı

ehli-sunnet


Soru: Kaside-i Bürde Arapça ve Türkçe Anlamı

ehli-sunnet
19-
فَاَصْرِفْ هَوَاهَا حَاذِرَانْ تُوَلِّيَّهُ
اِنَّ الْهَوَى مَا تَوَلَّي تُصْمِ اوْ يَصِمِ
Fasrıf hevâhâ ve hâzir en tüvelliyehû
İnne’l-hevâ mâ tevellâ yusım ev yesımi

Nefs-i Emâreyin hevâsına hakim ol!
Hevâ ve hevesinden çok çok sakın!
Yoksa geri döner de o sana hükmeder!
Şüphesiz hevâ gücü ele alırsa ya vurdurup öldürtür ya da vurur öldürür…

Sana verile sınırlı iradeyi nefsiyin yaramazlıklarını dizginlemekte sarf et!
Hakkı ve hayrı tercih ettir!
Onun bâtıla ve şerre dönüvermesinden sürekli sakın!
O bir döndümü kötülüğe başına her belâyı getirir ve ya çaığırıp getirtir..

Sarf : (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider. Fazl. Hile. Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme. Farz. Samâ : av vurulup ölmek.

20-
وَ رَاعِهَا وُهْيَ فِي الْاعْمَالِ سَاءِمَةُ
وَ اِنْ هِيَ اَسْتَحْلَتِ الْمَرْعَي فَلاَ تَسُمِ
Ve râihâ vehye fî’l-a’mâli sâimetün
Ve in hiye’s-tahleti’l-mer’â felâ tesümi

O nefsi iyi güt!
Başıboş yaramaz işler içinde ahmakça başıboş ve istediği yere çekip gitmesin.
Eğer o bolluklar merasında otlamaya bir alışırsa geri getiremezsin!

Yaratan Yüce Rabbımızın sana bahşetttği sayısız organ ve melekelerin ve neticede bunları bu âlemde kullanan nefsin üzerinde bir çobansın.
Bu zıtlıklar içinde imtihan olurken gözü kötülük otlağında olan nefsini gözünden ırma!
Sonra ahmakça başını alır giderde sapıklıklara dalar!
Eğer nefis o zehirli ama çok güzel ve bol gözüken otlak ile hâlleşir ve ayak uydurursa hapı yuttun demektir.
Sakın başını alıp istediği yere salma onu!

İbni Ömer’den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Adam çoluk çocuğu arasında çoban sayılır. O bu güttüklerinden sorumludur. Kadın kocasının evinde çobandır. O da güttüklerinden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır. O da güttüğünden sorumludur. Kişi babasının malı üzerinde çobandır. O da güttüğümden sorumludur. Kısaca hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.
(Buharı, Cum’a: 11; Cenâiz: 32; Itk: 17,19; Ahkâm: 1; Vesâya: 9; İstikraz: 20; Nikâh: 81,90; Müslim, Ifnare: 20; Ebû Davud, İmâre: 1; Timizi, Cihad: 27.)

Nu’man İbnu Beşir (radıyAllahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalbdir."
(Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).

Rai : Çoban. Gözetleyici ve koruyan kimse. Vâli. Güvercin kuşundan bir kısım.
Saime : Çayıra başı boş olarak salıverilen hayvan.
Vehyen : Ahmakça.
Sâme : Kendi başına olup istediği yere gitmek.
Merâ : Otu bol yaylak.

21-
كَمْ حَسَّنْتُ لَذَّةً لِلْمَرْءِ قَاتِلَةً
مِنْ حَيْثُ لَمْ يَدْرِ اَنَّ السَّمَ فِي الدَّسَمِ
Kem hassenet lezzeten li’l-mer’i kâtileten
Min haysü lem yedri enne’s-semme fî’d-desemi

Nefis her ne kadar otladığı mera’nın kötülüklerini süslese de öldürücülüğü ortadadır.
Bu bakımdan zehiri güzel yiyecekler içinde katık gibi sunarlar.

Nefs-i Emmârenin insana hazz veren lezzetli işleri aslında ölüm zehirleridir.
Zehiri altın tasta bala katıp da sunmak gibidir bu gaflet!

Tehassene : süslemek, güzelleştirmek.
Meri’ : (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. Ucuzluk olan yer.
Haysü : İtibariyle, bakımından. Hangi yerde? Hangi?
Semm : Zehir, ağu.

22-

وَاخْشَ الدَّسَاءِسَ مِنْ جُوعٍ وَ مِنْ شَبِعٍ
فَرُبَّ مَخْمَصَةٍ شَرٌّ مِنْ التُّخَمِ
Vahşe’d-desâise min cûin ‘le min şebiin
Fe rubbe mahmasatin şerrun mine’t-tuhâmi

Açlığın ve tokluğun gizli hilelerinden kork!
Nice açlık hâli vardır ki şerri tıka-basa yemeninkinden beter olur!

Her insan bilir ki can evi, kan evinden beslenir.
Mide ile kalbin arası dört parmaktır.
Ancak sabırsız yokluk ve açlık ile şükürsüz tokluk ve çokluk o kimseye ne dertler getirir!
İkisi de insanoğluna neler yaptırır!
İkisinin de gizli vesveselerinden kork!
Nice açlıktan kıvranmanın getirdiği dertler vardır ki tıka basa yemek o zararı veremez!

Vahşet : (Vahş – Vahiş) Yabanilik. Issızlık, tenhalık. Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik. Tenha, ıssız, korkunç yer. Elbise ve silâhını çıkarıp atmak. Aç kimse.
Desais : (Desise. C.) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.
Cu’ : Açlık.
Şeb’ : Tokluk.
Mahmasa : Azlık. Açlıktan zayıf düşme.
Tehime : Yemek ağır gelmek.


ehli-sunnet
23-

وَ اسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدْ اِمْتَلَاَتْ
مِنْ الْمَحَارِمِ وَ الْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
Ve’stefrigi’d-dem’a min aynin kadi’mteleet
Mine’l-mehârimi ve’l-zem himyete’n-nedemi

Gözlerinden yaşlar dök ki zâten haramlarla doluydu..
Sadece pişmanlık için dikkatli olman yetmez dahası lazım!

Özüne bir vakitler doldurduğun türlü türlü haramları kanlı göz yaşınla boşalt!
Kaldı ki bu da yetmez pişmanlık perhizine girmelisin bu çok lazım sana!..

Maharim : (Mahrem. C.) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler.
Himye : Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve dikkat.
Nedem : Pişman olma, nedamet, pişmanlık.
Elzem : Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. Küçük parmaklı.

24-

وَ خَالِفِ النَّفْسسَ وَ الشَّيْطَانَ وَ اَعْصِهِمَا
وَ اِنْ هُمَا مَحَضَاكَ النُّصْحَ فَاتَّهِمِ
Ve hâlifî’n-nefse ve’ ş-şeytâne va’sıhimâ
Ve in hümâ mehadâke’n-nusha fet-tehimi

Şeytana ve nefsine uyma!
İkisine de baş kaldır, isyan et!..
Eğer sana akla uygun nasihatlar etseler bile ikisini de suçla!

Sakın nefsine ve şeytana muhalefet etmekten vaz geçme!
Her emirlerine isyan et!
Onların aklına uygun ve haklı gibi gelen vesveselerini iyi incele ki içinde seni saptırıcı gizlidir!
Onlardan hayır gelemez bil ve peşin peşin suçla!
İkisinin de aslî işleri olan seni hüsrana sürüklemek kabahatleri ile töhmet et!

Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.
Me’haz: Menba’. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.

25-

وَ لاَ تُطِعْ مِنْهُمَا خَصْماً وَلاَ حَكَماً
فَاَنْتَ تَعْرِفُ كَيْدَ الْخَصْمِ وَ الْحَكَمِ
Velâ tutı’ minhümâ hasmen velâ hakemen
Fe ente ta’rifü keyfe’l-hasmi ve’l-hakemi

Nefsine ve şeytana asla itâat etme!
İkisi de, ister hasım olsunlar ister hakem!
Sen bilirsin ki onlar hilelerin hasımı ve hakemidirler!

Sen sakınnefsine ve şeytana uyma!
Hasım da olsalar, hısım da olsalar, hakem de olsalar sahtekârlık içindir.
İşin içinde bir kötülük tuzağı kurmuşlardır!
Şeytana uyan nefsin kime tapacağı sana bildirildi ve yasaklandı:

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Elem a’hed ileyküm ya beni ademe el la ta’büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn . Ve eni’büduni haza siratum müstekiym : Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi? (Yâsîn 36/60-61)

Ve sen çok iyi bilmektesin ki kimlere itâat edecektin:

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ve etiy’ullahe ver rasule lealleküm türhamun : Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız. (Âl-i İmrân 3/132)

Hasm : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Hakem : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Keyd : Tuzak. Kötülük, hile.
Hısım : Akraba, yakın.

26-

اَسْتَغْفِرُاللّهَ مِنْ قَوْلِ بِلاٰ عَمَلِ
لَقَدْ نَسَبْتُ بِهِ نَسْلً لِذِى عُقُمِ
Estagfîrullâhe min kavlîn bilâ amelin
Le kad nesebtü bihî neslen lizî ukumi

Her amelsiz sözümden Allah’a estagfirullah!
Kısır ile soyu olanı nisbet etsem ona tam uyar!

Amelsiz söz-imandan Allah’a sığınır bağışlanmamı dilerim!
İşe dönüşmemiş boş sözlerime güvenişim, kısır biriyle soyu-sopu olan birini kıyaslamaya benzer ki tam bir şaşkınlık!

İstiğfar : (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak’tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Akîm : Neticesiz, sonu yok. Beyhude. Yağmur getirmeyen rüzgar. Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
Nesl : Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak. Halk. Çocuk hâsıl etmek.
Nisbet : Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü. Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.

27-

اَمَرْتُكَ الْخَيْرَ لاَكِنْ مَا اَتَمَرْتُ بِهِ
وَ مَا اَسْتَقَمْتُ فَمَا قَوْلِي لَكَ اَسْتَقَمِ
Emertüke’l-hayre lâkin mâ’temertü bihî
Ve me’stekamtü femâkavlî leke’s-tekami

Ey kardeş!
Sana hayrı emrettim, ama ben kendim onu emir edinmedim!
Kendim istikamet üzere olmadım, ama sana sözüm: İstikamet üzere ol! idi..

Ben herkese hayrı işlemeyi emrettim!
Lâkin kendime hayrı işlemeyi emretmedim ne yazık!
Sana sözüm hep: Dosdoğru yol budur! oldu.
Ama ben Hakka teslim olup istikamet edemedim!

İstikamet : Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek. Allah’a kulluk etmek. Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması. Yön, cihet.

28-

وَلاَ تَزَوَّدْتُ قَبْلَ الْمَوْتِ نَافِلَةً
وَ لَمْ اُصَلِّ سِوٰي فَرضٍ وَ لَمْ اَصُمِ
Velâ tezevvedtü kable’l-mevti nâfîleten
Velem usalli sivâ farzın velem esumi

Ölmeden önce nafilelerden kendime azık hazırlamadım
Farzdan başka namaz kılmadım oruç tutmadım!..

Ölüm gelip çatmadan yol azığı hazırlamadım.
Sadece elden geldiğince farz namaz ve oruçla yetindim.
Oysa İlâhi fermanı duymuştum:

Hz. Ebu Hüreyre (radıyAllahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38)

Tezevvede : Azık hazırlmak, azıklanmak.
Farz : Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur’an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk’ın kat’i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi…
Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.

İbniabidin


YaZaROW
Allah razı olsun çok aramıştık sonunda bulabilmişsin. Çok güzel oldu bu harika şiiri bizlere sunman. Gerçekten hemen bilgisayarıma kaydettim. Çok sağol.


ehli-sunnet
< Allah razı olsun >
Amin ecmain

buyur kardeşim bu videoyu aç en baştan okuyor "Mevla salli ve’sellim kısmını cübbeli ahmet hoca eklemiş galiba her bölüm arası okuyor: youtube.com/watch?v=cZRKmTjVWL0&feature=PlayList&p=C7BCA8EBECA 7EA35&index=0&playnext=1


YaZaROW
< buyur kardeşim bu videoyu aç en baştan okuyor "Mevla salli ve’sellim kısmını cübbeli ahmet hoca eklemiş galiba her bölüm arası okuyor: youtube.com/watch?v=cZRKmTjVWL0&feature=PlayList&p=C7BCA8EBECA 7EA35&index=0&playnext=1http://www.youtube.com/watch?v=cZRKm…x=0&playnext=1 >
İşte budur sağ olasın çok iyi oldu bu. 🙂


Kayıtsız Üye
Merhaba;
Şiir 28. beyitte kalmış. Tamamını göremedim. Tamamını nasıl görebilirim. Ayrıca çalışmalarınız için Teşekkür ederiz. Allah (c.c.) Razı ola….


kaside i bürde, kaside i bürde türkçe, kaside i bürde anlamı

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();